Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Adı bile fiyakalı. Bu süpersonik kanun, dezenformasyonla mücadeleyi amaçlıyor… DA, kimin dezenformasyonu bu diye de sormadan edemiyor insan. Mesela TÜİK verileri dezenformasyon sayılabilir mi? Yoksa cebimizde para yokken “Süper büyüdük, Avrupa bizi kıskanıyor” diyenler de dezenformasyona dahil olacak mı?

Malum partinin her biri birbirinden pırlanta vekillerinin oylama sonrasında -aynı çocuk tacizlerinin ya da yolsuzlukların araştırılmaması için oy kullanıldığı zamanki gibi- hatıra fotoğrafı çektirdiği bu alnımızın akı yasa sayesinde güzel günler bekliyor bizi. Çünkü artık hiçbir şey kötü olamaz. Çünkü biliyoruz ki "Hamdolsun 24 saat geçmeden 41 şehidimize ulaştık"... İş cinayetine, denetimsizliğe, kural tanımazlığa ve önlemsizliğe çare olarak neyse ki elimizde şehitlik gibi yüce bir kavram var. Peki, bu şehitlerin canına kim kıydı? Kader, fıtrat o da. Memleketin girişine lastikleri kabak, frenleri tutmayan yük kamyonlarındaki gibi “Allah korusun” yazsak bizi kurtarır mı acaba? İnşallah kurtarır, çünkü işler Allah’a kaldı. Bu dünyadan umudu kestik, bir sonraki öte dünyada adaleti bekliyoruz. Tabii ki bazılarımız diğerlerimizden daha eşit, onlara adalet çok ani ve hızlı bir şekilde tecelli etmekte.

***

Neyse, bu nur topu gibi yasayla artık sadece gazetecilerin değil, sosyal medyada haber paylaşan ve yorum yapan yurttaşların da özgürlükleri hoş bir çerçeve içinde değerlendirilebilecek. Demokrasi ve insan haklarının temel ilkelerine aykırı yasanın (Neyse ki bizde böyle şeyler yok, hele olsaydı o zaman sıkıntı olurdu) en kritik maddesi ise 29. madde. Söz konusu maddeye göre, "gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayan kişi" 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecek. Peki kimin gerçeğini yaşıyoruz? Bilimin gerçekliği karşısında “Avrupa’da raflar boş” diyenlerin gerçekliği mi acaba?

Bakın mesela şöyle bir gerçeklikle karşılaştım geçen gün. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay “Ödenen her 100 TL’lik doğalgaz faturasının 80 TL’sini devlet olarak, hükûmet olarak bizler üstleniyoruz” dedi… Lütfetmiş beyefendi öncelikle Allah razı olsun. Sonralıkla da sanki geri kalanı cebinden veriyor hükûmet çalışanlarımız. S500 Mercedeslerine yeni lastik almayıp da, bizler için harcıyorlar ellerinde avuçlarında kalan paracıkları. Ama sanki vergi uzmanı Ozan Bingöl’ün de belirttiği gibi şöyle de bir durum var: Faturamızı biz ödüyoruz, geri kalan kısmını da yine bizler vergilerimizle ödüyoruz. Bizlerden başka kimsenin cebinden bir şey ödediği yok.

***

Buyurun gerçekliğin çölüne. Matrix’te de böyle bir laf vardı. Sanki bizi yönetenler bizden farklı bir Matrix’te yaşıyor gibi geliyor. Mesela sel felaketi sonrası yaraları çay atarak çözmek ancak Matrix’teki Neo’nun yapacağı bir iş. Zaten sel de kaderde var. Tabii ki dere yatağına yerleşim yapmak da fıtrat.

Çağrı Mert Bakırcı’nın şu sözlerini de not alarak düşmekte yarar var: “Gerçeklerin korunmaya ihtiyacı yoktur, er ya da geç zaten ortaya çıkarlar. Korunması gereken, gerçekleri ortaya çıkaran mekanizmalardır: Bilim, hukuk, basın. Seçimle gelen hükümetlerin görevi ‘gerçek bekçiliği’ değildir; bu mekanizmaları ve yeşerecekleri alanı korumaktır…”

***

Neyse ki bizde yaşanan ve yaşanabilecek her şeyin çözümü bir başka yasaktan geçer. İnternette beğenmediğiniz bir içerik mi var? Hemen o siteyi yasaklarız. İşin komiği o içerik sadece bize yasak olur. Kafamızı kuma gömmekten başka elimizde ne var ki?

Gerçekleri görmeyince, kafaları kuma gömünce gerçeklikten çıkmıyorlar ama ister istemez unutuluyor ve daha az hatırlanıyor. Bu da sansürün güzel tarafı.

Bir de son olarak öyle böyle yapıldı gece 01’den sonra müzik yasaklandı. Bu da sanata düşman bir zihniyet için büyük bir kazanım. Helal olsun size.