“Bu hayat, kocaman yürekli küçük leşler belledi kendine; kimi yetim, kimi öksüz ...”

“Bu hayat, kocaman yürekli küçük leşler belledi kendine; kimi yetim, kimi öksüz ...”

 

‘Hoş geldin yeni yıl’ diyecek değilim ... Bir varmış, bir yokmuş ... meğer yaşamak zormuş ... aslında bu yazı yalnızca bu kadarla kalmalı ve bitmeli öylece ... “Bir varmış, bir yokmuş ... meğer yaşamak ... zormuş ...” ... eski notlarıma bakıyordum geçenlerde; küçücük, kargacık burgacık, otobüslerde, şehirlerarası yolculukların ağır karanlıklarında, kimi zaman bir dağın yamacında gözlerim akdenizin o yakıcı ateşinde kamaşırken yazdığım notlara ... “Hayatı becer, bunu çok seveceksin ...” demiş yirmili yaşlarında bir yeni yetme; biraz argo, çokça serseri haller içinde ... beceren, hayatmış meğer ... hayatın ta kendisi ... zormuş sahiden de, canı her çektiği an ırzınıza geçebilen, tanımsız bir süreç ... siz, korumaya çalışırken iffetli düşlerinizi ve ne varsa sakladığınız en temiz gülüşlerinizi; bir zorba her an değiştirebilir kilitlerinizi ... “Benim balonlarım vardı, onları kimler aldı” gibi bir şey işte ... hayat; elinde gül ibrişimlere sarılan balonları sıcak rüzgarlara salıveren değil, üzerinde kara bir cübbeyle anadan üryan sizi köşe başlarında pusular kurarak bekleyip içinizi boşaltan bir sırtlan şimdilerde ... ve ben en güzeliyim, o leşlerin ... yüzü her tökezlemeye karşın gülümseyen, cildi parlak, saçları özenle uzatılmış, orta yaşların belki de en nefes kesici kavşağında, henüz kendinden ürememiş ve bu gidişle de bunu beceremeyecek olan,  bir sonraki anayolda karşısına hangi beyaz prensli atın (yanlış yazılmadı) çıkacağından bihaber ve inadına midillileri özleyen, annesine geri kalan ömrünü vermeye binlerce yıl öncesinden hazır, kardeşinin varlığına ille de minnettar, babasının son on yıl üç aydır yaşadığı ölüler şehrine adım atamayacak kadar cılız ve zavallı bir kumral leşim ben ... bazan düşünüyorum da, kim böylesi mutsuz bir türküyü çağırmak ister ki, dağların öte yamaçlarından? gözü dönmüş ve damak tadını çoktan yitirmiş bir sırtlana benzettiğim bu hayat bile, dişlemekten uzak duracaktı elbet benim gibi bir leşi ... düşünsenize ... bu hayat bile, göze alamadı beni ... tıpkı “onlar” gibi ... o erkekler gibi ... hayat hiç dişi olmadı ... hayat, olabildiğince erkek ... ve bu hayat ve erkekleri hayatın, bu küçük kumral leşi değil becerebilmek; o korkak bakışlarını bile okşayamadı henüz ... Bir varmış, bir yokmuş ... meğer yaşamak ... zormuş ...

•••

Son birkaç aydır, kafası biraz karışık, hal ve tavırları bu karışıklığa karşın bulutların epey üzerinde gezinen huzurlu ve heyecanlı haller içindeyim ... iç sıkıntım biraz da bundan ... ben kimim ve neredeyim ... doğru koltuğa mı oturdum ... hiç beklenmedik bir anda yanıma oturan adam, bana ne söylemek istiyor ... bu yolculuk uzun sürer mi ... ben bile bu yolculuğa hazır değilken, yanıma biletini göstermeden keyifle oturan bu adamın da bu yolculuktan tedirgin olması mı yoruyor yüreğimi ... gerçekte “kendimden” mi korkuyorum ... ben tek başına yol almayı sevenlerdenim ... sırf bu yüzden, ne yapıp edip iki kişilik yer aldığım bile olur ... kızmayın ... ama ben böyleyim ...  hele bir de yanıma oturan yabancıların “yolculuk nereye” sorularından hiç hazzetmem ... yolculuklar, benimdir ... saklarım ... ve bir süredir, yanımdaki koltukta bir adam oturuyor ... bu yüzden mi böylesi tuhaf bir canlı olup çıktım ... bu yüzden mi yazılar yazamaz oldum ... sıkıntılı ve kuşkulu olduğum zamanlarda, yazı yazamadığımı fark ettim ... ve yazamadığım bu süreç içinde, yemek yapmaya hiç düşkün olmayan ve akşam yemeklerini o güzel annemi kızdıracak kadar (kendi evimde olduğum zamanlarda) birkaç kuru bisküvitle geçiren ben, yanımda oturup uzak ormanlara dalıp giden o adama yemekler yaptım ... hayatımda ilk defa ... ve onun sayesinde öğrendiğim yemekleri, aileme yaptım geçenlerde ... kardeşimden aldığım o olağanüstü tepkiyi bir ömür boyu unutmam mümkün olmayacak ... “anne, ablama bak ... hem sosyalist, hem de iyi bir ev kadını artık ... aferin abla ... “

 

   •••

Ne alnımızda bir ayıp/ne koltuk altında saklı haçımız/ biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi/ işte bağışlanmaz korkunç suçumuz ...” ... *

Bu hayat hiç bağışlamadı bizi, bağışlamaz da elbet ... dönen çarkların arasına çomak sokan, meydanlarda başkaldıran, söyleyecek sonsuz sözü olan, isyankar çocukları seven olmaz ki ... olmadı ... olmayacak ... bu hayat yolumuzu kesti eli kanlı, gözü dönmüş ... bu hayat, kocaman yürekli küçük leşler belledi kendine; kimi yetim, kimi öksüz, kimi çocuk, kimi suçsuz ... bir yıl daha geçti “geçebilir miyim” diye sormadan ... bir yıl daha geçti “ var mı bir ihtiyacınız...” diye sormadan ... ölmüşlerimiz, kayıplarımız, kimi zaman sahibini arayan masallarımız ve biz hiç unutmadık ... bize başka hayatlar yakışırdı ... hoşçakal hayat ... sen hoşça kal...

 

Ahmed Arif