Gazeteci Hrant Dink 19 Ocak 2007’de sahibi ve genel yayın yönetmeni olduğu AGOS gazetesi önünde Ogün Samast tarafından arkasından vurularak öldürüldü.

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “bireysel bir eylem” açıklaması yaptı. Sonradan ortaya çıktı ki, önündeki sumenin altında (istihbarat birimlerinden gelmiş) 17 adet “bilgi notu” vardı:

-Hrant Dink öldürülecek!

Hiçbir önlem almamasını da “düşük ihtimalli notlardı” diye izah etti.

***

Hrant Dink Davasında yargılanan 80’i aşkın sanığın neredeyse tamamına yakını devlet memuru olduğu ortaya çıktı. İçlerinde emniyet müdürleri, rütbeli subaylar, astsubaylar, istihbarat başkanları, jandarmalar, mülki amirler, küçük memurlar vardı.

Bir de yargılama dışında kalan çok üst düzey devlet birimleri ve yöneticileri vardı. Hepsini alt alta sıralayınca “Hrant Dink’in öldürülmesine karar verilmiş” izlenimi kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Devlet bir vatandaşını öldürmeye karar verebilir mi?

Bu sorunun çok net bir cevabı var. Susurluk Raporuna (1997) imza atan Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş şöyle yazmıştı:

-Devletin öldürme yetkisi vardır!

Susurluk Skandalı’nda bu yetkinin çok aşağılara kadar indiği tespitini eleştirel olarak raporuna eklemişti Kutlu Savaş. Böylesine “önemli” kararlar tetikçiler tarafından alınmamalıydı.

***

Peki nasıl alınır ve uygulanır?

Hrant Dink davasında bunun da cevabı vardı.

Hrant’ı ölüme götüren yol AGOS gazetesinde 6 Şubat 2004’te çıkan Sabiha Gökçen haberiyle başladı. Sabiha Gökçen’in Ermeni yetimhanesinden alındığı belirtiliyordu. Aynı haber 21 Şubat 2004’te Hürriyet gazetesinde “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığı ile iç sayfalarda yer alırken birinci sayfada “Sabiha Gökçen’in 80 yıllık sırrı” olarak manşete taşındı.

Bir gün sonra 22 Şubat 2004’te Genelkurmay Başkanlığı Hrant Dink’e yönelik ağır ifadeler içeren bir açıklama yayımladı.

Ardından Genelkurmay Başkanlığı MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’dan “Hrant Dink ile görüşülmesi” istendi. Bu istek MİT Başkanı’nca İstanbul MİT Başkanı Hüseyin Kubilay Günay’a “talimat” olarak iletildi. Hüseyin Kubilay Günay ile İstanbul Valisi Muammer Güler “görüşmenin” vilayette yapılmasına karar verdiler.

İstanbul Valisi Muammer Güler bu görüşme ile ilgili Yardımcısı Ergun Güngör’ü, MİT İstanbul Bölge Başkanı Hüseyin Kubilay Günay da Terörden Sorumlu Daire Başkanı Özel Yılmaz ile Memur Handan Selçuk’u görevlendirdi.

***

Hrant, 24 Şubat 2004’te, İstanbul Valiliği’nde Ergun Güngör, Özel Yılmaz ve Handan Selçuk ile görüştü. Ancak görüşmedeki MİT görevlileri Ergun Güngör’ün yakınları olarak tanıtıldı.

Hrant Dink 12 Ocak 2007 tarihinde yazdığı “Neden hedef seçildim?” başlıklı yazısında 2004’teki o görüşme için, “Konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!” dedi.

Bu ‘had bildirme’ görüşmesini suç duyuruları izledi; birtakım kişi ve kuruluşlar tek tip dilekçeler verdi, 2 Mart 2004 tarihinde ise İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Güvenlik Şube Müdürü imzası ile Hrant Dink’in 13 Şubat 2004 tarihli yazısının Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ‘tetkik’ edilmesini talep etti. Art arda açılan davalar birbirini izledi. Devlet “ilgisini” esirgemiyordu!

***

Birbiri ardına yaşanan bu gelişmelerden sonra “Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım” diye yazıyordu Hrant Dink, 12 Ocak 2007’de. Ve ekliyordu: “Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum!”

Yazıdan bir hafta sonra, 19 Ocak 2007 tarihinde, İstanbul’un en işlek caddelerinden birinde, Agos’un önünde katledildi.

Aradan 16 yıl geçti. Acaba hâlâ soran var mıdır?

-Hrant Dink’i kim öldürdü?