Referandumla yapılan Anayasa bile askıda. Hiçbir hamle yargıdaki kan kaybını durduramıyor. “Yargıtay’ın iki tarikatın kontrolünde olduğu” iddiası ve HSK Üyesi Kocabey’in istifası durumun vahametini ortaya koydu.

HSK ve Anayasa

İktidarın özellikle 2009 yılından itibaren açıkça en çok müdahale ettiği alan yargı mekanizmaları oldu. Yargıyı anahtar teslimi Fetullahçı yapıya teslim etmekten Fetullahçı yapıdan boşalan yerleri başka cemaat/tarikatlarla doldurmaya, HS(Y)K’nin yapısını yapboza çevirmekten birbiriyle çelişen sonu gelmez “yargı reformlarına” kadar pek çok müdahalelerde bulundular.

Hiçbir hamle yargıdaki kan kaybını durduramıyor. Amaç tarafsız ve bağımsız bir yargı inşa etmekten çok, iktidarın bürokratik uzantısı ve hukuki dayanağını oluşturmak olunca başka türlüsü de mümkün değil. Atılan adımlar yargıya güveni daha iyiye götürmek bir yana, az çok objektif diyebileceğimiz Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) dahi son sıralardan kurtaramıyor. Sadece bu index değil; KONDA, SODEV, ORC gibi kuruluşların araştırmaları da aynı vahim durumu gösteriyor.

Son olarak İsmail Saymaz’ın bir Yargıtay üyesine atfen yazdığı ve yalanlan(a)mayan “Yargıtay’ın iki tarikatın kontrolünde olduğu” iddiası ve HSK Üyesi Hamit Kocabey’in istifası, durumun vahametini açıkça ortaya koydu. “Demokratik meşruiyet, vesayete engel olma ve daha bağımsız tarafsız üyelerin seçilmesi” gibi süslü gerekçelerle getirilen HSK’ye üye seçme yöntemi daha bir yılını doldurmadan iflas etti. İlk dönem seçimler, geçici hükümlere göre yapıldığı ve henüz 15 Temmuz sıcağında olduğu için bu çıplaklıkla ortaya çıkarmamıştı yöntemin yanlışlığını. Seçim sürecinde maalesef parlamento içi muhalefet de (HDP hariç) bir-iki üye verme karşılığında bu yanlışın bir parçası oldu. Tarafsızlığı ve bağımsızlığı üzerinde en küçük bir gölge bile olmaması gereken HSK üyeleri, daha aday olma sürecinde siyasi partilerle ilişkilendiler. Adaylar siyasi parti mutfaklarında belirlendi. Hamit Kocabey örneğinde olduğu gibi görevden ayrılmaları da siyasi irade ile gerçekleşti, gerçekleşecek. İstifanın perde arkası daha çok görevden almaya işaret etse de Kocabey’in “HSK üyeliği görevimden Genel Başkan’ımız Sayın Devlet Bahçeli ile yaptığımız istişare sonucu istifa etmiş bulunmaktayım” açıklaması bile yeterince vahim. Bir “Genel Başkanı” olan HSK üyelerinin gelişlerinde ve ayrılmalarında olduğu gibi görev yaparken de genel başkanları ile istişarede bulunmadıklarını düşünmek için saf olmamız gerek!

HSK seçimleri öncesinde yaşanacaklara ve bu yöntemin yanlışlığına dair detaylı bir yazı yazmıştım. ( https://www.birgun.net/haber/hakimler-ve-savcilar-kurulu-343095 ). Şimdi tekrara girmeden HSK üzerinden Anayasa tartışmalarına bağlamak istiyorum.

Malum hem Millet İttifakı partileri hem de iktidar koalisyonu Anayasa üzerine çalışıyor. Aslında her iki taraf da “parlamentoyu güçlendirmekten” bahsediyor. İktidarın çok değil, 3 yıl önce keskin kuvvetler ayrılığı ve güçlü parlamento propagandası ile yaptığı değişiklikten çark etmesindeki garabeti bir yana bırakalım! Millet İttifakı partileri ise henüz detayları ortaya konulmamış “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” esas alarak yapıyor çalışmasını. Hem bu kavrama oturtulan çalışmaların hem de yöntemin risklerini Doğan Tılıç dünkü yazısında (https://www.birgun.net/haber/guclendirilmis-parlamenter-sistem-362804 ) ayrıntılı yazmıştı. Ek olarak belirtmek isterim ki anayasalar, metinlerine indirgenemez. Özellikle “anayasızlaşma” ve hukukun üstünlüğünün oldukça hırpalandığı bir süreci yaşayan ülkemizde çok daha geniş tabanlı bir çalışmaya ve mutabakata ihtiyaç var. Bu da ancak sürece geniş kesimlerin dahil edilmesi ile mümkün olabilir. Metinler yeterli olsaydı bugün yaşadıklarımızın çoğunu yaşamazdık. Partilerin mutfağında hazırlanan metinler referandumdan geçse bile toplum nezdinde olması gereken saygı ve bağlayıcılığa ulaşamaz. Hele bu partiler anti demokratik yönetilen, temsil kabiliyeti önemli ölçüde gerilemiş partilerse. Unutulmamalı ki AKP iktidarı boyunca en üst ağızdan “tanımıyorum da saygı da duymuyorum” açıklamaları yapılabildi ve bu bakış açısı bürokrasiye de sirayet etti. Referandumla yapılan Anayasa bile askıda. Hukukun üstünlüğü rafa kalkmış durumda.

Tam burada Şili örneğini hatırlatmak isterim. Faşist Pinochet Anayasası’nın, artan kayırmacılıklar, eşitsizlikler ve sosyal adaletsizliğin gerekçesi olarak görülmesi üzerine yaygın protestolar sonrası üç aşamalı bir anayasa değişikliği hayata geçirildi. İlk önce; halka yeni bir anayasa yapılmasına ihtiyaç olup olmadığı soruldu. Referandumda yeni anayasanın halk tarafından seçilecek kurucu bir meclis (Anayasa Konvansiyonu) tarafından mı, yoksa mevcut parlamento ile karma bir komisyon tarafından mı yapılması gerektiği de soruldu. Yapılan referandumda Şili halkının yüzde 80 civarındaki çoğunluğu yeni Anayasa’dan ve Anayasa Konvansiyonu’ndan yana oy kullandı. İkinci basamak olarak cinsiyet eşitliğine dayalı olarak doğrudan halkın seçtiği 155 kişilik Anayasa Konvansiyonu yazım çalışmalarına başladı. Süre olarak 12 ay belirlendi. Üçüncü ve son aşama hazırlanan anayasanın halkın onayına sunulması olacak.

Ancak bu ya da benzeri yöntemlerle yapılacak bir anayasa, hukukun üstünlüğünü ve anayasanın bağlayıcılığını yeniden inşa edebilir. Bu tarz bir yöntem ülkemizin kronikleşmiş sorunlarının da topluma mal edilerek çözülmesi fırsatını sunacaktır. Bu durum iyi planlanmış bir geçiş dönemiyle birlikte yönetilebilir. Aksi taktirde “Ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden”, “Ucube Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi’ne” geçeriz.

Yok, eğer biz en iyisini yazarız deniliyorsa, yormayın o kadar insanı, bir doktora öğrencisi en çok üç dört gün içinde en iyi metni yazar!