12 Ekim’de yapılacak olan HSYK seçimlerinin önemini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Kapalı bir yapıya, hiyerarşiye ve siyasi projeye sahip bir HSYK’nin, Yüksek yargının ve savcı/yargıçların olduğu bir ülkede

12 Ekim’de yapılacak olan HSYK seçimlerinin önemini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Kapalı bir yapıya, hiyerarşiye ve siyasi projeye sahip bir HSYK’nin, Yüksek yargının ve savcı/yargıçların olduğu bir ülkede; herhangi bir partinin, parlamentonun yüzde seksenini elde etse bile “iktidarının” mümkün olamayacağını deneyimledi ülkemiz. Aynı yapının belirlediği yargı pratiklerinin, yasal güvenceleri anlamsız hale getirip özgürlükleri ortadan kaldırabileceğini acı tecrübelerle gördük. Bizler için daha başlangıçta apaçık olan bu duruma AKP liler, dönemin başbakanının bir sabah vakti oğluna, korkudan titreyen ve fısıldayan bir sesle “paraları sıfırlamasını” söylediğinde aydılar. “Alnı secdeye değenden zarar gelmez” diyerek yargıyı ve polisi teslim ettiklerinin, ortak hasımlarını tasfiye ettikten sonra kendilerine yöneldiğini gördüler.

Tam burada yargıdaki Fethullah Gülen Cemaati örgütlenmesinin varlığının açıkça ortaya çıktığını ve bu “haliyle” yargının “devam” edemeyeceğini vurgulamak gerek.

Bu çerçevede, yargının ülkemize özgü geleneksel sorunları ve parlamenter demokrasilerdeki yargı/iktidar ilişkilerinden kaynaklanan sorunları referans alan yaklaşımlar yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla HSYK seçimlerinde yarışan herkesin bu yapılanmaya dair ne yapılacağını ortaya koyması gerekir. Sadece yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı, HSYK’nin bileşenleri gibi tartışmalar asıl sorunu gizleyebilir. Nitekim bu güne kadar uygulamalarıyla hukuk cinayetleri işleyenler de en çok bu kavramlarla konuşuyorlar.

Son günlerde yapılan açıklamalar ise HSYK seçimlerinin, AKP için genel seçimlerden bile önemli olduğunu gösteriyor. Önce Grup Başkanvekili “...HSYK’de birtakım ittifaklarla yargıyı ele geçirmek istiyorlar. Bu seçimleri bir zümre kazanırsa biz de gereğini yaparız. Bu seçimleri gayri meşru sayarız... Milletin iradesi dışında bir takım ayak oyunları ile pazarlıklarla hareket edenlere milletin temsilcileri olarak hükümet izin vermez” dedi. Aynı konuşmasında “parlamento...yargı darbesine karşı gerekeni yapacaktır” dedi. Ardından yaptığı keskin dönüşle kendini “kurtaran” ve “muhafazakâr ahlakı” bile utandıran bir yardımcı: “milli iradeyi yok sayarak Türkiye’nin bu üç temel kurumunun hiçbirisi yapılandırılamaz, hiç birisi bu şekilde yoluna devam edemez. Dolayısıyla HSYK seçimleri ortaya çıkar, bu seçimlerin ortaya çıkmasından sonra durum tekrar gözden geçirilir” dedi.

Bu her iki milli irade fetişisti görünümlü antidemokrat figürün kastettiği “zümre” nin Fethullahçılar olduğu tartışmasız.

Peki yarışan diğer taraflardan Yarsav-Yargıçlar Sendikası bloku ya da Demokrat Yargı ve Cemaatçi olmayan Hakim savcıların oluşturduğu isimler kazanırsa milli iradeye uygun sayacak mı hükümet?
Bu açıklamalardaki ortak dil, hükümetin HSYK seçimlerini kendisi dışında bir gücün alması halinde seçimleri anlamsız hale getirmeye karar verdiğini ortaya koyuyor. Ayrıca seçim sonuçlarının Yargıtay’daki seçimlerde olduğu gibi, aleyhlerine oluşacağını öngördükleri anlaşılıyor ve çok korkuyorlar, haklılar. Öncelikle bu yeni durum seçimleri gereksiz hale getirdiği için Boykot seçeneğinin de tartışılması gerektiğini ortaya koyuyor ama daha önemlisi hükümetle birlikte, haklı olarak- Cemaat yapılanmasını öncelikli tehdit olarak görüp, Yargıda Birlik Platformu (YBP) saflarında mücadele eden -çoğunun iyi niyetli olduğuna inandığım- hakim savcıların bu açıklamalara ne tepki verecekleri ve durumlarını güncelleyip güncellemeyecekleri.
Tabii ki bu güncellemeyi yaparken de geçmişi de biraz hatırlayarak YBP’ye sormalıyız: Hükümet ve cemaatin “et ve tırnak” gibi oldukları dönemdeki hukuksuzlukların siyasi ve hukuki sorumluluğu ne olacak?
Ama YBP’nin teorik de olsa, cevaplaması gereken sorulardan birisi şu: Hükümet ve Cemaat yeniden anlaşırsa ne olur?
Bu soru iki boyutuyla önemli. İlki, artık şimdilerde bozulmuş olan bir “anlaşma” olduğu tartışmasız olduğuna göre detayları neydi? Kimler yürüttü bu süreci? İkincisi, yeni anlaşma-uzlaşma ne üzerine inşa edilebilir?
Cemaat ve AKP niteliğindeki hareketler/yapılanmalar için “liderler” kuşkusuz önemlidir ama onlara indirgenemez. Bu durumda zirvelerde yürüyen kavgayı sonlandıracak bir “aklın” devreye girmesi imkânsız görülmemeli. İşlevselliğini yitirmiş olanının oyun dışı kalması halinde de yeni bir “anlaşma” olacağı öngörülebilir.
 Evet tekrar soralım, oy kullanacak -cemaat hiyerarşisine tabi olanlar dahil- tüm hakim savcılara:
Cemaat ve hükümet yeniden anlaşırsa ne olacak?