ada sakinine, adanmış yazı…

 

“çılgın adam,
3–5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna,
kafa tutan adalılar”

 

 

Epeycedir garip bir haleti ruhiye içindeyim.

Durduk yerde “Ada” üzerine yazılmış edebi metinler ilgimi çekiyor.

“Ada” üzerine söylenmiş şarkılar dilime pelesenk oluyor.

“Ada” ilgi odağım…

“Ada Çayı” içiyorum.

Ahmed Kaya’nın bir kez daha yorumladığı kendi sesinden “Ada Sahillerinde Bekliyorum” şarkısını mırıldanıyorum.

Kırmızı şarap yerine sırf Ada’yı çağrıştırdığı için Ada Çayının damakta oluşturduğu olanca kekremsi tat ile olur olmaz yerde Ada Şarkıları dillendiriyorum.

Dillendirilmiş ada şarkılarının izinde “Yelkovan kuşlarının peşi sıra, o ada senin, bu ada benim” arayışını biraz daha zorlayarak şarkının nağmelerini girsem de, olmuyor.

Ada algımda en gerçekçi duruşu “Hücredeki Adalı’nın Dünyası” şiiri bellek tazeletiyor.

 

“duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
istediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
günde beş kez büyük başlar bakar içeriye;
yüzlerinde tecessüs.
’çılgın adam, 3–5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar’
ama yine de ‘çılgın adamın’ karşısında bir eziklik duyuyorlar, o başka,”
(*)

Oysa!

Ada dediğin, böyle mi, olmalı?

Orhan Veli misali gün daha yeni ışımışken, düşmelisin Ada’nın en mahrem patikalarına.

Sabah alacasındaki ürperti getirmeli kendine seni, Adalı.

Martılar, sahil yolundaki kayalıklarda, haykırışlarıyla arkadaşlık etmeli sana.

Ada’nın en uç noktasında salmalısın oltanı, bahri ummana.

Pul pul balıklar sallanmalı oltanın ucunda.

Ve sen,

balıklar ürküp, kaçmasın diye,

taş plaklardan,

olmadıysa eğer,

dillere destan apartılmış Ada Şarkılarını seçmeli,

sadece, ama sadece kendine söylemelisin şarkılarını Adalı.

Söyler,

Ve yine de

Duyurursun, bilirim…

Bütün bunları düşülkende yaşayarak;

Ada’ndan bakmalısın dünyaya, Adalı.

Ellerinde tuz,

Avuçlarında sedef yükü olmalı…

Ve ellerin, avuçların, yükünle doluymuş gibi,

Ellerinle avuçladıklarını dünyaya savurarak;

“Dünyayı güzellik kurtaracak ve insanı sevmekle başlayacak her şey”

demelisin Adalı…

Ve şimdi Ada’nda;

sararıp, solmak üzereyken yapraklar,

ve sana mesken oldukça Ada’n;

şairin sözünü dinleyeceksin Adalı:

Ayrılırken Ada’ndan,

Ada’nı karanlığa çevirenlere ait üzerinde ne varsa!

ne varsa,

fırlatıp atacaksın Adalı.

Elinde kalan son lokmanı,

paylaşacaksın seni bekleyen balıklarla,

martılarla,

Adalı.

“Ve denize bir damla kan katarken

Bıçağını, dalgalara saplayacaksın” (**)

Adalı.

Saçların rüzgârda uçuşurken,

Dönüp geleceksin birgün

özlemini çektiğin yurduna Adalı.

Ne zaman mı?

Sorma,  Adalı.

Belki bugün,

Ya da bir gün,

Birgün,

 

Arşivden çıkardığım yayınlanmış bu metni 2008 Kasım başında yazmış paylaşmıştım. İçimden geldi bir kez daha paylaşmak istedim…

 

* Mahir Çayan, Hücredeki Adalının Dünyası.
** İngeborg Bahmann, Ada Şarkılarından.

 

Not: 24 Kasım cumartesi 15.45’te TÜYAP İstanbul Kitap fuarı Karadeniz Salonunda son kitabım bir Ermeni anlatısı olan “Ula Fılle Hoş Geldin” söyleşi ve ut dinletisini kitabımın kahramanı Udi Yervantla birlikte yapacağız. 24 ve 25 Kasım cumartesi ve Pazar öğlenden sonra İletişim Yayınlarının 3 nolu salon 401 A standında da kitabın imzası var. İlgi duyan dostlara haberimdir…