“Sanayileşme sürecinde yapılaşmada maalesef hüdai nabit gibi kendiliğinden gelişen şehirler var.”

“Sanayileşme sürecinde yapılaşmada maalesef hüdai nabit gibi kendiliğinden gelişen şehirler var.” Bu cümle, İstanbul’un İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a ait. Davutpaşa ve Ostim patlamaları üzerine kendisine sorulan soruya verdiği yanıtta yer alan bu cümle zavallılığın, çaresizliğin, boşvermişliğin itirafıdır. Hudai nabit yani kendiliğinden yetişen bitkiye benzettiği bu kent toprakları işçilere mezar olduğunda cibal-i mubaha*, rant söz konusu olduğunda  ise özel mülk oluveriyor.  Hal böyle olunca, olası İstanbul depreminin yıkımından nasıl rant elde ederimi düşünen bir sermaye sınıfının varlığıda hayal ürünü olmasa gerek. Hele, hele Naomi Klein’ın “ Şok doktrini; Felaket Kapitalizminin Yükselişi” kitabnda söz ettiği Sri Lanka’yı vuran tsunamiden sonra sahil şeridinin halktan alınıp, otellere tahsis edilmesi gibi örnekler ortada iken.

Vahşetiyle sonunu hazırlayan kapitalizm, felaketler üzerinden yükselirken aynı zamanda insan kanından beslenmekte. Küresel kapitalizm, seksenli yıllardan bu yana girdiği yeniden yapılanma sürecinde, esnek üretim modelleri yaygınlaştırıldı. Bu günlerde Meclisten geçirilmekte olan Torba Yasa da bu siyasetin bir sonucudur. Diğer yandan üretim parçalandı, fason üretim her alanda hayat buldu.  

Kent çeperlerinde mantar gibi biten Organize Sanayi bölgeleri büyük sermayenin parçalı üretim anlayışının fason ardılları olarak tesis edildi.

İşte Ankara’da da bu anlayışla  iç içe iki sanayi bölgesi, Ostim ve İvedik Organize Sanayi Bölgeleri tesis edildi. Bu iki bölgede beş binin üzerinde iş yeri mevcuttur. Bu işyerlerinin pek çoğu kamu ve özel sektöre fason imalat gerçekleştirmektedir. Bu iş yerlerinin % 95’i elli kişiden daha az işçi çalıştırmakta olup, iş yerlerinde devamlı giriş çıkış yapılarak müthiş bir sirkülasyon yaşanmaktadır. Sendika bu bölgelere girememektedir. İşçilerin büyük bir kısmı sigortasız, iş güvencesiz çalıştırılmaktadır. Çalışma süreleri günde on iki saati bulmaktadır. Neredeyse tüm bölge içerisinde kuralsızlık ve denetimsizlik sıradan bir hal almış durumdadır. İş güvenliği olmadığı gibi sokak güvenliği de bulunmamaktadır. İşyerleri sık sık el değiştirmekte, hemen her gün onlarca işyeri kapanmakta ve yerine yenileri açılmaktadır. Siteler halinde parça parça tesis edilen iş yerlerinin neredeyse tamamı aynı mimaride olup bitişik nizam tesis edilmiştir. Ve bu bitişik nizam tesis edilen iş yerlerinde her türlü üretim ve hizmet yan yana sürdürülmektedir. Her iki bölgede de alt yapı son derece kötüdür. İş yaşamından trafiğe tam bir karmaşa ve kaos hakimdir. Nerdeyse tüm işyerleri projelerindeki inşaa durumlarını yitirmiş olup çeşitli tadilatları yapıldığı görülmektedir. Bu tadilatlar ruhsat dışı işlemlerle yapılmaktadır. Yeni ruhsat taleplerinde mevcut tadilatların giderilmesi istenirken diğer yandan mevcut tadilatların Sanayi yönetimince görmezden gelinmesi akla rüşvet mi isteniyor sorularını getirmektedir.      

Dolayısıyla bu kadar kuralsızlığın olduğu bir yerde her türlü üretim de kuralsızca yapılmaktadır. Örneğin kaçak mazot üretimi gibi. İvedik’teki patlamanın nedeni olarak resmi ağızlardan dile getirilen bu kaçak üretimdir. Bu katliamın sorumluları ise topu tıpkı Davutpaşa’da olduğu gibi birbirlerine atmaktadır. Oysa Sanayi yönetiminden, Çalışma Bakanlığına, Büyükşehir Belediyesinden, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna, Sanayi Bakanlığından Başbakan’a kadar hepsinin sorumluluğu söz konusudur. Mevcut AKP hükümeti sorumludur, zira Makina Mühendisleri Odasının basın açıklamasında da belirttiği gibi İşletme Belgesi alma zorunluluğunu 50’den az işçi çalıştırılan iş yerlerinden kaldırmıştır. Yukarıda da değindiğim gibi bu bölgedki iş yerlerinin nerdeyse tamamı elliden az işçi çalıştırmakta yada en azından öyle göstermektedir. Sanayi Bakanlığı ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun sorumlulukları vardır. Kaçak mazot denetiminde sınıfta kalmışlardır. Kaçak mazota ilişkin solvent ithalinde Gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanının sorumluluğu vardır. Bakan Hayati Yazıcı verdiği bir beyanatta; (daha önca solvent türü ürünleri ithalini EPDK iznine bağlı olduğunu hatırlatarak)  “ Biz bu izinlerin kaldırılmasından sonraki süreci izledik. Bir hayli solvent ithalatı yapılmış.”  Bakanın bu bir hayli dediği ithalat miktarı bir yıl içerisinde 1,9 milyon tondan 4,3 milyon tona çıkan miktardır. Dikkat edilirse akaryakıt fiyatlarının dünyanın en yüksek fiyatları olarak gerçekleştiği ülkemizde son iki yıldır ardı ardına lisanslar alınmakta, en az onlar kadar liasansız üretim gerçekleştirilmekte ve nerdeyse dörde katlanan ve izne tabi olmaktan çıkarılan solvent ithalatı yapılmaktadır. 12 Eylül beslemesi AKP,  son Anayasa referandumunda  her biri birer 12 eylül ürünü olan Denetleme ve Düzenleme Kurumlarına sahip çıkarak 12 Eylül ile ne kadar içli dışlı olduğunu kanıtlamıştır. Sözde bağımsız olan bu kurumlarlar kapitalizmin piyasalaştırma ve özelleştirme aracı olarak çalışmakta olup bizatihi denetlemekle sorumlu oldukları kesimle birlikte çalışmaktadırlar. İşte EPDK. Cumhurbaşkanlığı Denetleme Raporu’nda akaryakıt kaçakçılığını denetlemede yetersiz kaldığını, EPDK bütçesinden protokolcu kuruluşlara aktarılan ödeneklere ait bilgi aktarmadığını, Kurumda çalışan personelden bazılarının ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunduğu yolunda kuvvetli şüpheler bulunduğu

 belirtilmektedir. Nitekim bu rapor üzerine harekete geçen Maliye Bakanlığı,  EPDK’daki 7 üst düzey personelin akaryakıt şirketi sahibi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu kurum personelinin kurduğu Enerji Uzmanları Derneği bünyesinde de hala enerji şirketlerinin danışmanları yer almaktadır.

Yaşanan işçi katliamları, bu emek sömürüsü, diz boyunu çoktan aşmış gırtlağa dayanmış yolsuzluklar, rant ekonomisinin beslemeleri böylesine ayan beyan ortada iken Mübarek’e akıl hocalığı yaparak demokrasi havariliğine soyunmakla yaptıklarını maskelemeye çalışnaların sonu Bin Ali’den ve  Mübarek’ten farklı olmayacaktır. Medya bir hafta içerisinde katliamı kapatsa da. Bu son kaçınılmazdır. Muhtemelen bir kaç gün sonra ölenler için okutacakları bir mevlüt ve  iki fatiha okumakla, ne vicdanları temizlenecektir ne de kanlı elleri..

 

(*) Cibal-i mübaha; kamuya açık, özel mülk olmayan arazi..