Polis gözaltılarının daha da görünür kıldığı Cemaat-AKP ya da Gülen-Erdoğan çatışmasını ve genel olarak yargının halini değerlendirirken çok sık hataya düşülüyor.

Polis gözaltılarının daha da görünür kıldığı Cemaat-AKP ya da Gülen-Erdoğan çatışmasını ve genel olarak yargının halini değerlendirirken çok sık hataya düşülüyor. Sorunlar ya salt mevzuat sorunu olarak ele alınıp, kanunlar değişirse sorunların çözüleceği öne sürülüyor. Ya da yargı bağımsızlığı, masumiyet karinesi, hakim savcıların tarafsızlığı gibi, az çok hukuk devletinin işlediği toplumlarda anlamlı olabilecek kavramlarla yaklaşılıyor. Bazen de yaşananlarla yargı pratiğimizin geleneksel sorunları ve olağanüstü dönemlerle paralellikler kuruluyor. Çatışan tarafların bu yaklaşımları yürüttükleri psikolojik harbin argümanı olarak kullanmaları anlaşılabilir bir durum. Ama gerçekten adil, eşit, özgür bir toplumdan yana olan kimselerin böyle yaklaşmaları çoğu zaman kirli savaşın bir parçası haline getiriyor onları.

Oysa AKP-Cemaat koalisyonunun yargı iktidarını tektipleştirip cemaat kadrolarına teslim etmesiyle bu eşikler aşıldı. Örnekleyecek olursak; hukuk devletinin az çok işlediği bir ülkede bir ceza yargılamasında, bir CD nin sahteliği ileri sürülürse polis bu iddiayı ikna edici bir şekilde sonlandırır. Polis ihmal eder ya da bizzat bu sahteliğin içinde olursa savcılık yapar bu işi, orada çözülmez ise mahkeme araştırır olmazsa temyiz aşaması bu tartışmaları ikna edici şekilde sonlandırır. Medya sorgular. Akademi tartışır.

Siyasi iktidar taraf olsa bile bunlar olur. Kanun kaba bir şekilde ihlal edilirse hesap sorulur. Amacım naif bir hukuk devleti savunusu değil. İktidarların hukuk üzerindeki belirleyiciliği tartışmasız. Ama eğer açık yasa hükümleri kabaca ihlal ediliyor ve tüm aşamalarda bu ihlaller onaylanıyor ve sorumlulardan hesap sorulmuyorsa karşı karşıya kaldığımız durum geleneksel kavram ve yaklaşımlarla çözülemez. Bırakın hukuki sınırları, ahlaki ve vicdani sınırların bile ortadan kalktığı bir süreç yaşattılar bu ülkeye.

Görevi leyhte ve aleyte tüm delilleri toplamak olan kolluk ve savcılık el ele delil uydurma işine girdi. Özgürlüklerimizin teminatı olmaları gereken yargıçlar, alçakların özel hayatları tarumar etmelerine izin verdiler. Medya ise bu düzenin psikolojik harp ayağını şehvetle yürüttü. Bunları yapanların kıllarına dokundurmayız dedi adalet(!) adamları. Gencecik hakim adaylarını ölüme yollayan HSYK bu cinayetlere hukuk kılıfı geçirdi.

Adalete dair referansımız kalmadı. Bu yaptıklarını da aklımızla alay eder gibi kendi kararlarıyla aklamaya çalışıyorlar. Sadece yargıda yaşanmadı bu sürreal durum. İçişleri bakanı suç işlemeyi emrettiği görevliye “yasayı biz yapıyoruz suç olmaktan çıkarırız” diyorsa, polis başbakanı başbakan polisi casus olmakla suçlayıp yargı üzerinden karşılıklı operasyonlar yapılıyorsa, hukuk herkese lazım diyerek çözemeyiz. Aslında kafa karışıklığına gerek yok. Tüm çapakları temizleyelim: başta yargı ve polis olmak üzere kamuda örgütlü bir yapı var. Bunlar bir çok hukuksuz uygulamaya imza attılar. Bunların kadrolaşmasını sağlayan AKP ile araları bozulunca, bakanların ve başbakanın hırsızlıklarını açık ettiler. Şimdi kavga ediyorlar. Yaşananları basitçe hak ihllalleri penceresinden ele alırsak iktidarın bu tablodaki rolünü ikincileştirdiğimiz gibi yargı ve polisteki çetenin geçmiş sorumluluklarını unuttururuz. Hatta Hiçbir kural tanımadan hayatlar karartan çete mensuplarından kahraman üretiriz. Ergenekon davalarına dahil edilen bazı kriminal tiplerde olduğu gibi.

Etkin ve adil soruşturmalar yanında bir geçiş dönemi hukukuna ihtiyacımız var. Yaşadığımız süreç özgün bir süreç. Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir zaman yargı, suç uyduran bir çetenin bu boyutta eline geçmemiştir. O nedenle yasa değiştirerek, oradan oraya tayin edilerek çözülülemeyeceği gibi, yaşanan hukuk cinayetlerinde suç ortağı olan üstelik siyasi sorumluluğu olan bir iktidar da çözemez sorunları. İşte Bakanlarla ilgili soruşturma komisyonunun nasıl işlemez hale getirildiği ortada.

Tüm aktörleri çöpe göndermedikten sonra ne başbakanın inisiyatifindeki bir soruşturmaya bel bağlanabilir, ne de halk düşmanı faşist bakan eskilerinin yanında durarak hukuk mücadelesi verilebilir. Bizlerin kendimizi test etmeye ihtiyacımız yok ki “hukuk herkese lazım” diyerek adliyeye koşalım. Yıllardır söylüyoruz bu sözleri. Yıllardır hukuk diyoruz hemde en zor koşullarda. İnsan hakları diyoruz, silahların eşitliği, adil yargılama diyoruz. Şimdi bu lafları pek kullananlar “haklıymışsınız” demeden bizim üzerimizden geçmişlerini temize çekmeye çalışıyorlar. Şimdi bu sözü -tabii ki önce özür dileyerek- bu ülkenin her meslekten insanına yıllardır zulüm çektirenlerin etmesi gerekir.

Hukuk birgün herkese...