Gezi soruşturmaları hortlatıldığında Twitter hesabımdan “Fetullahçı polis ve savcılar hapiste ama, fikirleri iktidarda!” diye yazmıştım. Sonrasında Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder hakkındaki mahkûmiyet kararı ve Sözcü gazetesi hakkındaki iddianame ortaya çıktı. Sözcü iddianamesinde, aralarında Necati Doğru ve Emin Çölaşan’ın da bulunduğu gazetecilerin “örgüte yardım” suçundan cezalandırılmaları isteniyor. Suçlamadaki örgüt ise “FETÖ” !

Bu davalardaki işlemlerin önemli bir kısmının Fetullahçı polis ve savcılarca yapılmış olması bile yeterince üzerinde durulması gereken bir husus. Ancak daha önemli olan Fetullahçı yargının yaşattığı “hukuk cehennemi” deneyimine rağmen, bu yapıyla mücadele ettiklerini iddia edenlerin bile bu absürd davaları alkışlamaları.

Başta Yargıda Birlik, AYM, HSK ve Yargıtay gibi “yargı iktidarını” elinde bulunduranların yaşananları izlemesi/onaylaması ise ayrıca dikkate değer. Bir kez daha anlaşılıyor ki AKP elitlerinin derdi, “hukuksuzluk” değil, hukuksuzluğun kendi siyasi/kişisel planlarına hizmet edip etmediği. Ayrıca tüm bu yaşananlar Fetullahçıları da kapsayacak bir affın alt yapısının hazırlanması olarak okunabilir.

Birkaç örnek üzerinden gidelim; Ergenekon davasında Merdan Yanardağ bir telefon mesajı attığı ve bir toplantıya katıldığı iddiası ile 10 yıl 6 ay ceza almıştı. Ancak tüm çabasına rağmen mesajın atıldığı telefonun kayıtlarını ve toplantı videosunu incelettirememişti. İhbar iddianameye, iddianame karara dönüşmüş, savunma dinlenmemişti.

(http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilhan-cihaner/bir-beraat-bir-mahkumiyet-77641)

Fetullahçı yargının ruhunun adliyelerde dolaştığı bugünlerde Önder/Demirtaş kararından anlıyoruz ki, savunmanın tüm çabasına rağmen suçlamaya konu konuşmaların kaydı RTÜK’ten istenerek incelettirilmemiş. Karara bile Önder’in, “Ben o konuşmayı yapmamışım kardeşim” savunması geçmiş olmasına rağmen. HDK mı demiş PKK mı? Kabristan mı demiş Kürdistan mı? açıklığa kavuşmamış. Yahu bir valinin vatandaşa “kavat” mı yoksa “kavas” mı? dediğini açıklığa kavuşturmak için bile incelemeler yaptırıldı bu memlekette!

Demirtaş’ın ısrarına rağmen TBMM’deki kürsü konuşmalarının getirtilme talebi de kabul edilmemiş. Oysa kürsüde söylenen sözler dışarıda tekrarlandığında mutlak sorumsuzluk geçerli. Bunlardan başka Anayasaya ve kanuna açık aykırılık halleri de söz konusu. En başta cezaya konu konuşmaları kapsadığına hiçbir şüphe olmayan 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanunun” 4(2) maddesinin birinci fıkrasının “(a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz” hükmü açıkça ihlal edilmekte.

Ergenekon iddianamesinden bir örnek daha; İlhan Selçuk’la ilgili olarak cep telefonu kullanmadığı ve geçmiş örgütçü kişiliği nedeniyle atılı suçları “ispatlamanın” çok zor olacağı belirtilip “Sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu tespit edilmiştir” denilmişti.

Yani delil elde edilememiş. Ama buna rağmen gözaltına alınmıştı. Sözcü iddianamesinde aynı ruhu görüyoruz. “Bir kısım eylemler şimdi ya da başlı başına suç oluşturmaz” yani bugün suç oluşturmayan bir “eylem” ileride “suç” sayılabilir!

(detaylı bir değerlendirme için: https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2013/10/01/akp-davalarinda-ortaklasan-yonler-yonler-ya-da-iddianameler-caginin-elestirisine-giris/)

İşte yurttaşlar üzerinde asıl terörü yaratan yaklaşım bu. Saygın anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in

yaşanan/yaşanacak yeni hukuk cehenneminin uyarısı niteliğindeki acı tespiti ile bitiriyorum:
“Aslında burada demokrasinin nasıl gerilediği, hukuktan nasıl uzaklaşıldığını ve temel hak ve hürriyetlerin nasıl zedelendiğini örnekler vererek ayrıntılı bir şekilde göstermek gerekir. Ben burada örneklere girmek istemiyorum. Zira somut örnekler vererek bu gözlemleri dile getirmek artık cesaret istiyor.” (http://www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm)