Hukuk devleti ve demokrasi için…

Özellikle son on yılda Diyanet İşleri Başkanlığı hayatımızı nasıl yaşayacağımızdan, kadına yönelik şiddete kadar açıklamalarda bulunmakta. Durum öyle tuhaf boyutlara ulaştı ki, Yargıtay binasında yapılan adli yıl açılış töreni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın okuduğu duayla yapıldı. Şu açık ki, iktidarın laikliğe karşı açmış olduğu bir savaş var ve Diyanet de bu savaşta rol alan başaktörlerden.

2011’de kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadelede toplumun bilinçlendirilmesine yönelik Aile Bakanlığı ile imzalanan protokolden beri, Diyanet, aile içi sorunları çözme amacıyla kurduğu aile ve dini rehberlik bürolarında şiddete uğrayan kadınlara tavsiyelerde bulunmakta. Ancak Diyanet tarafından verilen ayrımcılığı besleyen, hatta erkeğin kadına karşı uyguladığı basit yaralamayı suçtan saymayan yanıtlar, kadına yönelik erkek şiddeti ile çok mücadeleyi imkânsız kılıyor.

Örneğin imamların şiddet karşıtı bilgileri paylaşması gerekirken; Diyanet kadroları kadınları, şiddet görse bile durumu idare etmeleri gerektiğini ifade eden, şiddet konusunda sorumluluğu kadına atfeden bir yaklaşımda.

Diyanet’in verdiği mesajlarda kadın için en sık kullanılan terimler, ‘emanet’, ‘itaat’ ve ‘fıtrat’. Hutbe veriliyor ama asla eşitlik denilmiyor. Eşitlik anlayışı olmadığında da iş; tekmeyi, tokadı ve hakareti önemsiz görmeye dönüyor.

Hatırlayalım Kasım 2017’de BirGün gazetesinde yer alan habere göre Diyanet’e bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın internet sitesindeki “Aile Hayatı-Boşanma” kısmına yöneltilen, “Boşarım demekle boşanma olur mu?” sorusuna verilen ‘Boşsun, boş ol, boşadım veya karım boştur’ gibi boşama iradesini ortaya koyan şimdiki veya geçmiş zamanlı ifadelerle ya da mahkemenin kararıyla gerçekleşir” yanıtı da toplumu oldukça hayrete düşürmüştü. O günden geçen dört senede laiklik ilkesine karşı açılan savaş canımızı sıkmaya devam etmekte.

Geçtiğimiz son yirmi sene hukukun ne kadar kolay çiğnenebildiğini ne kadar kırılgan bir alan olduğunu bize gösterdi. Şubat 2018’de TBMM’den gece yarısı geçirilen ve müftülere resmi nikah yetkisi veren yasanın yürürlüğe girmesinin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı tüm il ve ilçe müftülüklerine gönderilmek üzere bir genelge yayımladıktan sonra da Diyanet, evlenmenin kurucu unsurları arasında yerini de aldı. Laik bir ülke olan Türkiye’de neyse ki toplumun kolektif bilinci var ve o kolektif bilincin farkındalığını artırmak tam da bu zamanda çok önemli. Özelikle hukuk alanında…

Bu konuda barolara da çok iş düşüyor. 5 Nisan 1878 tarihinde kurulmuş ve Avrupa’nın en büyük barosu olan İstanbul Barosu’nun Genel Kurul tarihi yaklaşıyor. İlk toplantının 9 Ekim-10 Ekim 2021 tarihinde, ikinci toplantının da 16 Ekim-17 Ekim 2021 tarihinde yapılacağı Genel Kurul’a katılacak grupların seçim programlarını merak ediyorum. Baro başkan adaylarından birinin Av. Ata Yazıcıoğlu olduğu ve benim de yönetim kurulu adayı olduğum Çağdaş Avukatlar Grubu’nun seçim için hazırladığı broşürlere bakınca görüyoruz ki, tam da ülkenin içinde bulunduğu duruma ayna tutan ve siyasi İslamcıların özenle oluşturduğu dehlizin altını dikkatle çizen bir program hazırlanmış. Bu yaşadığımız iklimde oldukça önemli çünkü kadınlar, kız çocukları ve LGBT+’lar olarak nefes alamaz hale geldik.

İslamcılıktan demokrasi ummuyoruz, bu zamana kadar da ummadık. Dini devlet işlerine, dini demokrasi işlerine karıştırmayalım, karıştırana karşı da sesimizi yükseltelim.

ÇAG’ın seçim programında yazan aşağıdaki cümleleri sizin de okumanız için yazımın sonuna eklemek istiyorum.

“Laiklik tüm düşünce ve inançtan insanların barış içinde ortak bir yaşam sürmesinin temel güvencelerindendir. Türkiye’de din bir ahlak sistemi ve toplumsal bir kurum olmanın ötesinde kamusal, toplumsal ve siyasal yaşamın merkezine alınarak otoriter/totaliter bir karaktere bürünen devletin elindeki denetim araçlarından birisi olarak rol oynamaktadır. Dinin devlet tarafından şekillendirildiği ve denetim altında tutulduğu laikçi anlayışı değil; devletin tüm inançlar karşısında tarafsız ve eşit mesafede olduğu, siyasal ve toplumsal düzenin din ve devlet ayrılığı ilkesine dayandığı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırıldığı, devletin din eğitimine karışmadığı laiklikten yanayız. Çocuklarımızın laik, bilimsel eğitim alması, eğitimin tarikatların elinden kurtarılması, okulların imam hatipleştirilmemesi için mücadeleye devam edeceğiz. Hukukun, toplumsal yaşamın ve eğitimin din temelinde dönüştürülmesinin karışında olacağız. Yurttaşlar demokrasi ve laiklik mücadelesinde İstanbul Barosu’nun gücünü ve varlığını yanlarında hissedecekler.”