“her şey bir acının bilincine varmakla başladı
bir taşı kaldırıp bakmakla, bir kapıyı açmakla
bir el, hep bir şeyler yazdı biz doğduktan bu yana
şimdi bütün yaşadıklarım karalama kâğıtlarında kaldı.”*


Andre Maurois’in Şişkolarla Sıskalar adıyla Ülkü Tamer’in dilimize kazandırdığı kitap çocukken okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. Çocuklara savaşın kötülüğünü, anlamsızlığını anlatmak için düşündürücü ve öğretici, her şeyin olağanüstü abartıldığı bu eserde mizahi bir ele alışla Kemikistan ve Göbekistan adlı iki devlet arasındaki savaş konu edilir. Kötülüğün bilinci işlenir mizahla küçüklerin aklına. Şimdilerde her gün karşımıza dikilen çarpıklık nedeniyle gece yatağıma uzandığımda böyle bir mizahi romanın hiç olmayacak abartılı ve absürt bir gününü yaşadığımı düşünüyorum. ‘Sen meczuplarla, çilekeşlerin savaşına tanıklık ediyorsun‘ diyebilmek istiyorum. Hepsi kara mizah ve abartıyla çocuklara yanlışları, olmaması gerekenleri gülünç bir şekilde göstermek için bir masal olmalı. Ortalıkta uçuşan bu mânâsız diyaloglar, büyük saçmalıklar bu düşüncemi doğrular nitelikte ama gerçekte zekice bile olmayan açıklamaların, kocaman egoların, vahşi çıkarların gerçekliğiyle yüzleşip şaşkına dönüyorum. Çocukça olan tek şey benim naif, inanamayan halim belli ki.


Savaş tüm gerçekliğiyle sürüyor. Direklere bantlanmış popoları açıkta adamlar düşüyor gündeme. ‘Yok canım’ diyorum, densiz bir tik tok çekimi falan olmalı. Kimin aklına gelir, çocuklar bile böyle bir ceza düşünemez birileri için. Gerçekmiş. Olanca tuhaflığıyla kabul görüyor üstelik. Birileri ‘onlar savaş halinde evleri yağmaladıkları için’ diye savunuyor bile bu durumu. İnsanlık onuru, hukuk artık havada uçuşan sahipsiz kelimelerden ibaret.

Bizim ülkemizde de polislerin Furkan Vakfı üyelerine yaptığı işkenceyi izliyoruz değişik açılardan çekilmiş kameralardan. Sorgu, sual, medeniyet, kural, kanun yok. Oracıkta öldürüverecekler neredeyse. Bu kinin, nefretin kaynağı, bu özgüvenin sebebi ne olabilir. Kimdir bu emri veren?

Önceki gün Çağlayan Adliyesi’nde tanık olduklarım ve ardından aynı gün içinde haber aldıklarımdı aslında beni bu gerçeklikten kopuk halimizle ilgili düşündüren. Alt katta Gezi davası, bir üst katta da Boğaziçi öğrencilerinin yargılandığı dava arasında bölünerek adalet peşinde koştuk. Gezi davası olanca hukuksuzluğuyla alıştırıldığımız üzere sürdü ve 22 Nisan’a ertelendi. Osman Kavala mütalaada casusluk suçlamasından bahsedilmediği için casusluk suçundan tutuklu bulunuşunun hukuksuzluğunu anlatmaya çalışıyor. Çünkü sebep, Can Atalay’ın mükemmel savunmasında işaret ettiği gibi tamamen kişisel. Gezi davası Erdoğan’ın canı sıkıldıkça, dara düştükçe yeniden gündeme getirdiği, ülkeyi yorduğu sayısız yanlışı örtmek için sığındığı bir dava.

***

Üst katta durum alıştığımızın da dışındaydı. 14 öğrencinin yargılandığı davada avukatların usulsüzlüğe itirazı sonrasında tartışma çıktı. Hâkim önce adeta ‘ben oynamıyorum’ mızıkçılığıyla salonu terk edip annesine şikâyet edercesine avukatların salondan çıkarılması için içeriye polis gönderdi. Böyle bir yetkisi olmadığı halde öğrencilerin avukatlarını azlederek baronun başka avukat ataması için talimat verdi. Hukuk tarihi bir de ilke tanık oldu. Duruşmaya ara verilmesi ve öğrencilerin tutukluluğunu isteyen ara karar mübaşire okutuldu. Yandaş basında, salonda bulunan milletvekillerinin güvenliğe “saldırdığı”, polisi darp ettiği haberi yaptırıldı. Duruşma ertelendi. Acı olan öğrencilerden birinin dünyanın en seçkin ve büyük parçacık fiziği araştırma merkezi olan Cern’e, birinin de yine en seçkin üniversitelerden birine kabul edildiği halde sadece üniversitelerine usulsüz rektör atamasını protesto ettikleri için özellikle cezalandırılarak pasaportlarına yasak koyulmuş olması. Ülkemin pırıl pırıl gençleri içi boşaltılan eğitim sistemi ile cezalandırıldıkları yetmez gibi temel insan hakları engellenerek usulsüzlükle tekrar tekrar cezalandırılıyor.

Aynı gün Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Cervatoğlu hakkında 3 yıl önce gerçekleştirdiği ‘Yeşil Altın Gümüş Deniz Festivali’ Mor ve Ötesi konserinde çıkan kavgada güvenlik güçlerinin sorumsuz tutumu nedeniyle suç duyurusunda bulunduğu için hapsi ve hak yoksunluğu isteniyor. Başkan, açılan soruşturmanın itinayla kapatılmasının ardından kendisi yargılanıyor. İnanamayarak tekrar okuyabilirsiniz bu cümleyi. Tekrar okusanız da durum değişmeyecek daima halkın yanında, halk için hizmet odaklı çalışan ve -zamanın ruhunu çok rahatsız etse de- dayanışma, barış ve sanatla güçlenen bir belediye başkanının asılsız iddialarla 3 yıl hapsi isteniyor.

“ve sonra bir gün çıkmak dünyaya
elimdeki bir ekmekle yollarda yürümek,
çiçekleri sulamak, çocukları sevmek...”
*Ahmet Erhan / Millattan Önceki Şiirler