Nazi Almanyası’nda hukuk profesyonellerinin soykırımcı diktatörlük rejimine nasıl cevap verdikleri günümüzde demokrasinin ve insan haklarının korunması için çok önemli dersleri içermektedir. Bu yüzyılda hukukçuların benzer hataları yapmamaları, meslektaşlarının hatalarından ders çıkarmaları gerekmektedir.

Hukuk profesyonellerinin Nazi rejimiyle suç ortaklığı


Av. Tankut Soykan

Nazilerin insanlığa karşı işlediği suçların failleri sadece gözü dönmüş bir grup fanatikle bunların peşlerine takılan öfkeli lümpen kalabalıklar değildi. Bu suçların işlenmesine, saygıdeğer akademisyenler ve doktorlar gibi birçok hukuk profesyoneli de doğrudan veya dolaylı olarak katıldı. Irkçı fanatikler ve yoksul kitlelerle karşılaştırıldığında, son derece eğitimli ve yüksek etik ilkelere sahip bu kişilerin nasıl olup da böylesine iğrenç suçların işlenmesine kolayca katılabildiği hep şaşkınlık uyandırmıştır. Bu şaşkınlık dar profesyonel yaklaşımların her türlü şeytani amaç için kullanılabilecek önemli bir zafiyet olduğunun yeterince anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, profesyonellerin, özellikle hukukçuların, yakın geçmişimizde soykırım suçlarının işlenmesindeki rolleri hakkında farkındalığın artırılmasının insan haklarına saygılı demokratik toplum bilincinin oluşmasına yapacağı katkılar reddedilemez.

Nazi hukukçuları denince akla ilk gelen simge kişi Hitler’in Halk Mahkemesi Başkanı Roland Freisler’dir. Birçok kişi Beyaz Gül Direnişçilerinin ve 20 Temmuz Suikast Girişimcilerinin yargılandığı davalardaki film sahnelerinden bu anti-hukukçuyu hatırlayacaktır. Ancak, Nazi rejiminin hizmetinde olan hukukçular Roland Freisler ve onun gibi hukukçulukla bağdaştırılamayacak yargıç cübbesi giymiş katillerden ibaret değildi. Carl Schmitt gibi saygın hukukçular da kısa sürede Nazi saflarına katılmakta tereddüt etmemişlerdi. Belki de en hazin olanı beş sene içerisinde (1933-1938) sadece hâkim ve savcılık mesleklerinin değil, avukatlık mesleğinin de tamamen Nazileştirilmesine hiçbir ciddi direnişin gösterilememiş olmasıydı. Peki, bu duruma hangi olgular yol açmıştı?

NAZİ REJİMİNE KOLAY UYUM SAĞLADILAR

Hukuk mesleklerinin, özellikle de hâkimlik ve savcılığın, hızla Nazileştirilmesini sağlayan olgulardan en önemlisi, diğer pek çok ülkede olduğu gibi, bu meslekten kişilerin ağırlıklı olarak muhafazakâr bir grup olmasıydı. Weimar Cumhuriyeti’ne gelindiğinde Alman İmparatorluğu’nun yargısının yapısı neredeyse tamamen korunmuştu. Yeni rejimde çok az sayıda liberal ve sosyal demokrat hâkimlik ve savcılık kadrolarına atanabilmişti. Bu kadroların içinde Yahudilerin sayısı daha da azdı. Bu gruplardan kişiler için hukukçuluk yapmak ancak avukatlık ve kısmen de akademisyenlik mesleğine yönelmekle mümkün olabiliyordu. Sokaklarda terör estiren kahverengi üniformalı serseriler bu sayede Weimar yargısının hoşgörüsünden fazlasıyla yararlandılar. Bu derece homojen olan muhafazakâr yargı mekanizmasının Nazi rejimine uyum sağlaması daha kolay oldu.

FIRSATÇILARIN YILDIZININ PARLADIĞI DÖNEM

Hukuk mesleklerinin Nazileştirilmesindeki bir diğer önemli etmen Alman toplumunun genelinde olduğu gibi bu mesleklerde yaşanan krizdi. Weimar Cumhuriyeti’nde hukukçu sayısında çok hızlı bir artış olmuştu. Bunların büyük bir kısmı ya işsiz ya da çok düşük gelir seviyesinde kazançlara sahipti. Özellikle mesleğe yeni atılanlarda geleceğe karşı tam bir güvensizlik hâkimdi. Hukuk mezunlarının sayısının azaltılması ve baroların kabul edecekleri yeni avukat sayılarını düşürmesi yönünde talepler yükselmeye başlıyordu. Muhalif görüşlüler ve Yahudiler gibi, bazı kesimlerin hukuk mesleklerinden tasfiye edilmesi birçok kişi için yeni fırsatlar yakalama imkânı yaratacaktı. Baroların Adalet Bakanlığı’nın avukat sayılarının belirlenmesini denetleme yetkisini tanımak yönündeki baskılara daha fazla dayanamaması nihayetinde bu mesleğin serbest meslek olmaktan çıkmasının yolunu açtı. Böylece, Nazi rejiminin ilk yılları daha önce adı sanı duyulmamış fırsatçıların hukukçu devlet memuru olarak yıldızlarının parladığı bir dönem oldu.

Pragmatizm ve profesyonellik söylemleri Nazi rejiminde hukukçu olarak çalışmaya devam etmekle birlikte aslında Nazi olmamayı başardıklarını iddia edenlerin suç ortaklıklarını gizlemelerinin bir aracı oldu. Bunların anlatımına göre Nazi yönetimi altında her türlü karar son derece ani ve tepkisel bir biçimde alınmaktaydı. Profesyonel ve pragmatik davranarak bu kişiler en azından bazı kararlardaki aşırılıkları törpülemeyi başarmışlardı. Zaten bir hukukçu olarak esas görevleri mevcut yasaları uygulamaktı, onlardan siyaset yapmaları beklenmemeliydi. Hâlihazırdaki koşullardan bundan fazlasını yapmaya çalışmaları gerçekçi olmazdı. Bu nedenle hukukçular arasından gelen her türlü muhalefete karşı oldular.

hukuk-profesyonellerinin-nazi-rejimiyle-suc-ortakligi-829343-1.
Savcı Yüksel Kocaman, nikahından hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret
etmişti. Kocaman nikahtan kısa bir süre sonra Yargıtay üyeliğine atanmıştı.


Her şeye rağmen Nazi döneminde, cılız da olsa, herhangi bir hukukçu muhalefetinin yapılacağı tek alan olan avukatlar arasında belli bir direniş geliştirilebilmişti. Bu direnişte iki farklı anlayış hâkimdi. Birinci ve başlarda hâkim olanı ılımlı muhalefetti. Bu muhalefetin başını bazı tecrübeli başarılı avukatlar çekiyordu. Hâkimlik ve savcılık mesleklerinden tüm Yahudiler tasfiye edilmişken, avukatlık mesleği için 1. Dünya Savaşı’na katılmış gaziler için istisna tanınmasını sağlamışlardı. Bunun dışında “avukatlık mesleğinde Yahudilerin aşırı temsilini” düzeltmek için müzakere yapmaya hazırdılar. Ilımlı Yahudi avukatlar muhalefetinin etkisi ancak 2. Dünya Savaşı başlayana kadar sürdü. Bundan sonra argümanlarının herhangi bir cazibesi kalmamıştı. Nihayetinde hepsi mesleklerini icra etme haklarını büyük bir aşağılanmışlık duygusu içerisinde kaybettiler. Kaçabilenler yurtdışına kaçtı ve bazıları tüm bunlara dayanamayıp hayatlarına son vermeyi tercih ettiler.

Daha genç bazı Yahudi avukatlar ise radikal bir direniş geliştirmeye çalıştılar. Bunların zaten gazilere tanınan istisnalardan yaralanma ayrıcalıkları yoktu. Belki de bu yüzden, Ernst Fraenkel gibi solcu Yahudi avukatlar diğer meslektaşlarından daha özgür düşünebiliyorlardı. Profesyonel kimlikleri düşünüşlerine ket vurmamıştı. Nazi hukukunun dışına çıkan bir direniş hattı oluşturmaya çalıştılar. Fraenkel, sadece Nazilere karşı onurlu bir direniş örgütlemekle kalmadı, aynı zamanda birçok önemli esere imza attı. Bunlardan en önemlisi, “İkili Devlet” isimli kitabıdır.[2] Savaştan sonra Berlin’e dönerek demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün güvence altına alınması için çalışmalarını sürdü.

HUKUKÇULARIN DERS ÇIKARMASI ŞART

Nazi Almanyası’nda hukuk profesyonellerinin soykırımcı diktatörlük rejimine nasıl cevap verdikleri günümüzde demokrasinin ve insan haklarının korunması için çok önemli dersleri içermektedir. Özellikle distopyaların her geçen gün daha da gerçek görünmeye başladığı bu yüzyılda hukukçuların benzer hataları yapmamaları, meslektaşlarının hatalarından ders çıkarmaları gerekmektedir. Bu nedenle, tüm hukuk profesyonelleri için Holokost eğitimi imkânlarının yaratılması çok faydalı olacaktır. Bu konuda barolar öncü rolünü üstlenebilir ve gerek stajyer avukatlar için gerekse de baroya kayıtlı avukatlar için Holokost eğitimi programları hazırlayabilirler.

[1] Bu kısa yorumu yazmama kısa süre önce okuduğum şu kitap neden oldu: Alan E. Steinweis & Robert D. Rachlin (Ed.), Nazi Almanya’sında Hukuk (İdeoloji, Fırsatçılık ve Adaletin Saptırılması), Çev. Kıvılcım Turanlı, Zoe Kitap, 2020.
[2] Ernst Fraenkel, İkili Devlet: Diktatörlük Teorisine Bir Katkı, Çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2020.