Danıştay’daki İstanbul Sözleşmesi duruşmasında, 10. Daire Başkanı’na, “Bir kadının bile dışarıda kalmasına izin vermeyeceğimizi” söyledim. Başkan’ın verdiği yanıt biraz ilginçti: “Ya salon çökerse?” O anda aklımdan “Hukuk sistemi çökmüş, salon çökmüş çok mu?” cümlesi geçti.

Hukuk sistemi çökmüş salon çökmüş çok mu?

Selin NAKIPOĞLU

28 Nisan günü sadece Danıştay tarihinde değil; AKP’nin kadına yönelik ayrımcı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğuran, besleyen politikalarıyla ile mücadelemizde de tarihi bir gündü.

Danıştay 10. Daire Başkanı, Danıştay tarihinde ilk kez bu kadar kalabalık bir duruşma yapıldığını söyledi. Binleri buldu sayımız. Danıştay’ın konferans salonuna zor sığdık. Tam adı ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ olan “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” diyen kadınlar duruşmayı izlemeye gelmişti. Duruşma başladıktan kısa bir süre sonra salona alınmayan kadınların bina önünde polis şiddetine maruz kaldığını öğrendik. Avukatlar olarak hızlıca bina dışında kalan arkadaşlarımızın yanına gitmek için salondan çıktık. Ancak dışarı çıkmadan evvel 10. Daire Başkanı’na hitaben; “arkadaşlarımızın hemen içeri alınmasını, gerekirse merdivenlerde oturacağımızı, ayakta duracağımızı ama bir kadının bile dışarıda kalmasına izin vermeyeceğimizi” söyledim. Başkan’ın verdiği yanıt biraz ilginçti: “Ya salon çökerse?” O anda aklımdan geçen cümle “Hukuk sistemi çökmüş, salon çökmüş çok mu?” oldu.

SÖZLEŞMEYİ SAVUNMAK

Dışarı çıkınca arkadaşlarımızın biber gazına ve kötü muameleye maruz kaldıklarını, darptan kollarının kızardığını gördük. Adeta bina önünden süpürüldüklerini, kapıya sıkıştırıldıklarını, önlerine barikat kurulduğunu öğrendik. Akıl alır gibi değildi. Bir hukuksuzluk başka bir hukuksuzlukla perçinlenmişti. Dışarıda tek bir kadın kalmayana kadar hepimiz arkadaşlarımızın içeri girmesi için uğraştık. Sonunda Sözleşme’yi savunmak için hepimiz salondaydık.

Bilindiği gibi; duruşmalardan önceki süreçte yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedilmişti, Danıştay savcılarından ‘İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı çekiyorum, çektim’ kararının hukuksuz olduğu yönünde beyanlar gelmişti, 28 Nisan’da duruşma savcısı da TBMM'nin onayladığı sözleşme Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilemez mütalaasını tekrar etti. Avukat arkadaşlarımızın beyanları ortadaki hukuksuzluğu oldukça güzel özetledi. Hukukun üstünlüğü ilkesini yaşatmak için verdiğimiz mücadeleyi, Sözleşme’nin kadın hareketinin kazanımı olduğunu, fesih girişimini kabul etmediğimizi tüm yönleriyle anlattılar.

Cumhurbaşkanı avukatı ve Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü Anlaşmalar Daire Başkanı, dilekçelerimizi özensiz bulduklarını ifade ederek savunmalarına başladılar. Savunmalarını dikkatle dinledim, dilekçelerimizi okumadıklarını fark ettim. Sözleşme’nin feshedilmesinin hukuka uygun olduğunu ve kadına karşı şiddeti önlemede zafiyet yaratmadığını savundular. Dilekçelerimizi okumadıkları gibi örneğin Muğla’da IŞİD yöntemleriyle katledilen Pınar Gültekin'i öldüren Cemal Metin Avcı’nın davanın beşinci duruşmasında “İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesi iyi oldu” cümlesini de bilmiyorlarmış demek. Yani Sözleşme’den imzanın çekilmesinin kadınları, çocukları, LGBTİ+ları katleden erkeklere ne kadar cesaret verdiğinin de farkında değiller. Onca acının yaşandığı ülkede yaşayıp bu kadar bihaber olmaları da pek tuhaf.

hukuk-sistemi-cokmus-salon-cokmus-cok-mu-1011089-1.

BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ

Tarihi duruşma diyoruz çünkü 28 Nisan Danıştay duruşması birlikte güçlüyüz sözünün açık bir tablosudur. “Sözleşme’den vazgeçmiyoruz, İ̇stanbul Sözleşmesi bizimdir” derken ne kadar kararlı olduğumuz yeterince anlaşıldı mı? Sanırız anlaşılmıştır.

Bu karar bize gökten zembille inmedi, kadınların kazanılmış tüm haklarına yönelik topyekûn bir savaş başlatıldığını, sözleşmeye karşı olanların Anayasa’nın ayrımcılığı yasaklayan maddesine de karşı olduğunu, Sözleşme’ye karşı olan erkeklerin imtiyazlarını kaybetmek istemediklerinin, kadınları karanlık bir koridora çekmeye çalıştıklarının farkındayız. Sözleşme‘ye sahip çıkarak hayatlarımıza sahip çıkıyoruz. Tüm gücümüzü ortaya koyarak elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Karara dair ise beklentileri yükseltmemekten yanayım. Sonuçta imzanın çekilmesi siyasi bir karardı, davalarımızdan çıkacak karar da öyle olacak. Ancak muktedir Türkiye kadın hareketinin kararlılığının ve mücadele azminin farkında. Bunu bir kez daha 28 Nisan’da gösterdik.

SIRA YARGIÇLARDA

28 Nisan duruşmalarına katılımın örgütlenmesinde, avukatların yetki belgelerinin toplanmasında EŞİK’li kadınların çok emeği var. Adlarını tek tek yazmayacağım ama kendi adıma hepsine minnettarlığımı bu yazım ile de ifade etmek isterim.

Herkes sözünü söyledi, sıra Danıştay 10. Dairesi yargıçlarında. İkinci etap duruşmalar 7 Haziran’da. O gün yine Danıştay 10. Daire’deyiz. Hukukun üstünlüğü ilkesine sahip çıkmak için geç değil. Salonun içinde yüzlerce, salonda olmayıp aklı Danıştay’da olacak milyonlarca kadın yine “İ̇stanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” diyecek.

TÜRKİYE’DE KADIN AVUKATLAR VARDIR

Özge YÜCEL

28 Nisan günü cübbemi giyerek girdiğim o salonda başlayacak duruşmanın tarihi bir duruşma olacağını biliyordum. Ancak kadınların, kadın avukatların sözle, eylemle, alkışla, dayanışmayla ve hatta direngen bir gülümsemeyle o duruşmada yazacağı destanı öngörememiştim. Ben o duruşmaya sadece bir avukat olarak değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı mücadele için İstanbul Sözleşmesi’nin önemini ilk günden beri her fırsatta ve her derste anlatan bir öğretim üyesi olarak, mücadelenin içinde yıllardır yer alan bir kadın olarak gittim.

Tanıdığım tanımadığım yüzlerce avukatla aynı davanın tarafı olarak yan yanaydık, heyecanlıydık. Söz almayacak olan yüzlerce avukat olarak sanki hayatının savunmasına hazırlanmış gibi tetikte, heyecanlı ve öfkeliydik. Yaşamımıza yönelik tehdide, saldırılara karşı kayıtsızlığa öfkemizi içimizde taşıyarak nefesimizde, sesimizde sakladık. Ama aynı zamanda coşkuluyduk, mutluyduk o salonda. Ne Mahkeme Başkanı’nın hepimizi o salona kabulü ne Danıştay Savcısı’nın davamızı haklı bulan görüşüydü bizi mutlu eden. Örgütlü gücümüzdü, kadın avukatların yılmadan, korkmadan, cesaretle ve sabırla İstanbul Sözleşmesi’ni savunmalarındaki güzellikti coşkumuzun kaynağı.

hukuk-sistemi-cokmus-salon-cokmus-cok-mu-1011038-1.

SAVUNMAYA DEVAM

Aslında davacı olan bizlerin adına yapılan konuşmalar hep “savunma” olarak nitelendirildi. Çünkü bizler yaşam hakkımızı, özgürlüğümüzü ve eşitliğimizi teminat altına alan, o salondaki kadınların emek emek işleyerek yazdıkları İstanbul Sözleşmesi’ni savunduk ve savunmaya devam edeceğiz.

Ne demişti meslektaşlarımız, biz İstanbul Sözleşmesi’ni ya burada geri alacağız ya da sokaklarda… Dışarıda bekleyen avukat olmayan ama hak savunucusu kadınların duruşmaya girmek için verdikleri mücadeleyi de unutmayacağız. Kendilerine biber gazı sıkılıp zor kullanıldığını haber aldıktan sonra avukatların duruşmayı durdurup dışarıda bekleyen kadınlar içeri girmeden duruşmaya devam edilemeyeceği konusunda Daire Başkanı’nı ikna ederek dışarıda etten koridor oluşturarak kadınları duruşma salonuna nasıl aldıklarını unutmayacağız. Gerçi, Başkan şöyle demişti önce: “Ya salon çökerse?” Dışarıda bekleyenler de salona alınırsa salonun çökebileceğini, bu halde idarenin sorumlu olacağını söylemişti. Çökmeyeceği konusunda kendisini ikna ettik ama çökse ne yazardı… Her gün kadınların başına bu dünya yıkılırken, her gün güvensizlik içinde korkuyla erkek şiddetine ve yargının pasifliğine rağmen ayakta kalmaya çalışırken, her gün kadınların ayağı kaydırılırken, onurları, itibarları yok sayılırken…

HEPİMİZİN DAVASI

Kadınlar içeri girdi, koltuklarda yer kalmadı, yerlerde oturdu insanlar. Herkes nefesini tutup o efsane savunmaları dinledi. Duruşma sürerken İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için biber gazına maruz kalan kadınlardan gelen öksürük sesleri, “yerli ve milli” bir Sözleşme’yi savunan kadınlara uygulanan yersiz ve haksız şiddetin deliliydi ve bu şiddet o salondaki herkesin zihnine işlemişti.

Bizler sadece mücadelenin öznesi kadınlar değildik orada. Yaşamı elinden alınmış Özgecan Aslan’ın, Ceren Damar Şenel’in, Hande Kader’in, Ahmet Yıldız’ın, Şule Çet’in, köle pazarlarında onurları hiçe sayılan Yezidi kızların, kadınların da avukatıydık. Yetkimizi onların hepsinin katili olan patriyarka şiddetine karşı mücadelemizden aldık, dayanışmamızdan aldık. Eşit, onurlu ve özgür bir yaşam talebimizi Türkiye’nin dört yanından gelen kadın avukatlar olarak bir kere de Danıştay’da dile getirdik. Daire Başkanı’nın da dediği gibi Danıştay, tarihinde böyle kalabalık bir duruşma görmemişti. Çünkü biz izleyici veya gözlemci değildik, çünkü bu dava her birimizin kendi davasıydı, tarihe böyle yazılacak.