Malum, yolsuzluk haftasından geçiyoruz. Nam-ı diğer İndragandi haftası. “Indiragandi’yi anma haftası” diye üstelik Indira Gandhi’nin fotoğrafının olduğu bir pankarta alınıp saldıran polisin ali kıran baş kesen olduğu memlekette yaşıyoruz. Gülün daha…Ben de gülüyorum.

Herkesin, kamuoyunun gözüne giren devasa yolsuzluk araştırılmaya soruşturulmaya değer bulunmadı. Buradan çıkan netice ne? Küçük çalarsan, öyle ekmek falan hırsızsın. Ama devasa götürürsen, ne bileyim, seni bakan oğlu bakan, başbakan, hatta cumhurun başkanı adları ile çağırmak daha münasip sanki. Soruşturmaya ise hiç gerek yok. Darbecilik de işte böyle bi şey misal. Şimdi yaparsan darbeyi, kimin haddine sana darbeci demek? Olsan olsan paşa olursun. Ressam olursun. Postallarını yalarlar, pırıl pırıl olur. Yalnız küçük çalarsan yapıştırırlar kırk sene kendine gelemezsin. Darbeyi yapamazsan asarlar. Adıyla sanıyla darbeci olursun.

Hürriyet de işte öyle. Tuhaf bir şey. Misal basın hürriyeti. Rivayet o ki mevcut sistem içerisinde normal şartlar altında basın hürriyeti varmış. Tarafsız, cesur, gerçek habercilik. Rüya gibi. Gerçeğin sahibi olmanın en önemli koşulu oluyor bu “tarafsızlık”. Ancak “tarafsızlık” deyince çok net biliyoruz ki bu aslında taraflı olmayı gizleyen en önemli işlevsel aygıt. Yoksa basın yayın organlarının sermaye gruplarına olan bağımlılığı bu kadar açıkken neyin tarafsızlığı? Ancak işte “demokratik” bir işleyişte gerçeğin sahibi olmak ve bunu toplum nezdinde meşrulaştırabilmek için iktidarın asıl sahipleri bir taviz verirler. Kendi nihai çıkarlarına halel getirmedikçe özgür değilse de serbest bırakırlar gazetecileri. Gazeteciliğin itibarı ve onlar adına meşru şekilde gerçeğin sahipliğini yapması sistemin en nihai çıkarınadır.

Sorun o ki bu dolaylı ilişki dünyanın her yerinde günden güne egemenler meşruiyete daha az ihtiyaç duydukça daha doğrudan daha açık hale geliyor. Bizim bu memlekette tanık olduklarımız ise o görece özerkliği mumla aratır durumda. Çok daha rezil bir ilişkiler silsilesine işaret ediyor. Bizzat hükümet ve kişilerin açık denetimleri altında olan bir medyadan bahsediyoruz. Ortak işlenmiş suçlar, kurulmuş komploların derin bir tarihi var. Malum suçları işlemek ve komploları kurmaktaki işbirliği birinin diğerini kendi mutlak hâkimiyeti için tasfiyeye yönelik bir mücadeleye dönüştü. Zorlansa da kamuoyu bunu bir basın özgürlüğü meselesi olarak algılamakta güçlük çekiyor. Güçlük çekiyor zira hakları ihlal edilen kimilerinin haklarını savunmak kendiliğinden bir özgürlük mücadelesi olmuyor. Hak savunmanın özgürlük mücadelesine terfi edebilmesinin yolu o hakkın herkes için kullanılabilmesinin savunulması. Bugüne kadar başkalarının özgürlükleri kısıtlanır, ifade ve basın hürriyeti yerle bir edilirken ‘esasa’ bakıp “Darbeci bunlar” hükmü verenler kurbanları ile aynı akıbete uğrarken o hürriyeti hatırlıyorlar. Geç ve acıklı.

Demem o ki iktidar hız duvarını çoktan aştı. Şimdiden uyaralım: Yukarıdaki şekilde de görüldüğü üzere en çok kendilerinin hukuka ve merhamete ihtiyacı olacak.