Hukukun işleyişi ve yargının tarafsızlığı hiç içinde bulunduğumuz dönem kadar tartışmalı hale gelmedi. AKP’li cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim yasaklarından muaf tutulması ve Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın bu görevi sürdürürken AKP’den belediye başkanı adayı olması gelinen noktayı gözler önüne serdi. Muhalefet partileri buraya odaklanmayacağız dese de yaşananlar demokratik ilkelerin adım adım yok edilmesi anlamına geliyor. Peki bu […]

Hukukçu Barkın Asal: Anayasanın varlığı sorgulanır halde

Hukukun işleyişi ve yargının tarafsızlığı hiç içinde bulunduğumuz dönem kadar tartışmalı hale gelmedi. AKP’li cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim yasaklarından muaf tutulması ve Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın bu görevi sürdürürken AKP’den belediye başkanı adayı olması gelinen noktayı gözler önüne serdi. Muhalefet partileri buraya odaklanmayacağız dese de yaşananlar demokratik ilkelerin adım adım yok edilmesi anlamına geliyor. Peki bu tabloyu nasıl okumak gerek? Tarihsel olarak nereye tekabül ediyor? Bu soruları Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu hukukçu Barkın Asal’a sorduk. Söz konusu alana dair çalışmaları bulunan Asal ‘bunun tanımı istibdattır’ diyor. Barkın Asal’ın sorularımıza yanıtları şöyle:

► Varolan hükümet sistemini bir hukukçu olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Biliyorsunuz Türkiye’nin parlamenter demokrasiye dayalı bir modeli vardı. Şu anki durum ise, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırılıyor. Bunun da ‘Başkanlık Sistemi’nin bir modeli olduğu söyleniyor. Bu kabul edilebilir elbette. Daha doğrusu şöyle diyelim: Bu ülkenin bütün hukuk geleneğini, siyasal tartışmalarını bir kenara bırakıp “tamam” diyelim. Bir modelden başka bir modele geçtiğimizi kabul edelim. “Başkanlık Sistemi” denen şey, keskin kuvvetler ayrımına dayalıdır.

► Bizde var mı bu ayrım?

Şu an işletilmeye çalışılan sistemde tam tersi bir durum var. Yürütmenin hâkim olduğu; yasama ve yargıyı istediği biçimde etkileyebildiği bir yapılanma söz konusu. Bu yüzden, karşımızdakini normal bir başkanlık sistemi olarak ifade etmek mümkün değil. Çeşitli isimlendirmeler de mevcut, CHP’nin kullandığı “Tek Adam Rejimi” vs. Ama istibdat kavramı ile karşılayabiliriz bu sistemi. Hem böylece yerli ve milli bir kavram ortaya atmış oluruz. Zaten Hamid-i Sani (2.Abdülhamit) dönemine bir özenmenin olduğunu da hatırlarsak, çok da yanlış bir seçim de olmaz bu.

► Türkiye’deki gidişata baktığınızda hukuk adına ne görüyorsunuz?

Bu bir yanıyla, hukuk felsefesinin alanına giren bir konu. Çünkü hukuk felsefesinde şöyle bir tartışma vardır: Hukukun kendine ait bir özü var mı, yok mu? Siyasetten bağımsız kendi içerisinde işleyen bir modellemesi var mıdır hukukun? Ahlak vb. olgulardan bağımsız bir özü var mıdır? Modern dönemde genel kabul ayrı bir özü olduğu yönündedir. Öz anlamında değil belki ama, hukukun ele aldığı konular üzerinde en azından halk gözünde depolitikleştirici bir etkisi olduğu muhakkaktır. Ama bizde son 10-12 yıldır siyasi sorunların hepsi, hukuk alanında karşılığını buldu. Doğal olarak bu, yargıyı çok ön plana çıkardı. Eski ismiyle HSYK, bugünkü HSK’nin bu zaman aralığındaki her Anayasa değişikliği esnasında yeni bir düzenlemeye konu olmasını başka türlü açıklayamayız. Son haliyle de, Kurul’un yürütmenin etkisinde olduğu söylenmelidir. 13 üyesinin 6’sı zaten Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmektedir, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Müsteşarı tabii üyeler, 4 üye de hâkim ve savcılar arasından yine Cumhurbaşkanınca seçilmektedir. Geri kalan 7 üye de TBMM tarafından belirleniyor. Burada da Meclis çoğunluğunun kimde olduğu göz önüne alındığında hâkim ve savcıların mesleğe alınmasından, yükselmelerine kadar her işleyişte etkin olan bir Kurul’un yargı bağımsızlığını sağlamakta ne kadar sorunlu olduğu gözükür. Ya da şöyle diyelim: Anayasa’ya yargı bağımsızlığı ifadesinin yanına tarafsız kelimesinin ilavesi; yargıya yön veren Kurul’un bu şekilde yapılandırılmasından sonra anlamsızlaşıyor.

► Anayasasızlaştırma meselesi de çok tartışılıyor. Bunu açar mısınız biraz?

Anayasa’da yer olan kuralların, kimi zaman gerekçelendirilerek, kimi zaman da hiçbir hukuki açıklama yapılmaksızın uygulanmaması anlamında kullanıyoruz. Bizlerin hafızasına Turgut Özal’ın bir sözü kazınmıştır: “Anayasayı bir kez delerseniz, bir şey olmaz”. Bugün Anayasa ve buradaki normların uygulanmasını gösteren kanunlar o kadar çok ihlal edilmiştir ki Anayasa’nın varlığı bile sorgulanır hale gelmiş durumdadır.

► Bu bağlamda Binali Yıldırım’ın hem Meclis Başkanı hem de AKP’den belediye başkanı adayı olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu çok basit bir örnek.

► Neden basit?

Şunu söylemeye çalışıyorum. O kadar önemli hükümler ihlal edildi ki bu onların yanında çok basit bir yere tekabül ediyor.

► İhlal mi peki?

Elbette ihlal. Tartışılacak bir yanı yok.

► Anayasa yanlış yorumlanıyor deniyor?

Anayasa açık, Yıldırım bağımsız aday mı oluyor ki öyle de olsa sıkıntı. Parti adına konuşma yapıp Meclis Başkanlığı sıfatını sürdüreceksiniz. Bu olur mu?

► Etik mi hukuki mi bir ihlal söz konusu?

Bir hukuk normunun doğrudan ihlali. Artık herkesin aklına kazındı sanıyorum: Anayasa’nın 94. Maddesi’nin son fıkrası. Meclis Başkanı bir siyasi partinin Meclis dışındaki siyasi faaliyetlerine katılamaz. Ama şu an hukuk sistemi altüst edildiği için tüm kavramlarımız da tartışmaya açık hale geldi. Örneğin Cumhurbaşkanının siyasi parti başkanı olmasının hukuki düzlemde götüreceği yerler vardır. En basit biliyorsunuz 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre memurlar, siyasi parti üyesi olamazlar. Ama cumhurbaşkanı bir siyasi parti üyesi olursa, bu durumun yakın zaman içinde değişeceğini öngörmek zor değildir.

► Artık zaten tam tersi geçerli değil mi? Partili olmayan memurlara idare tarafından negatif gözle bakılıyor.

Ama hala en azından doğrudan organik bağının olmamasını sağlayan bir hüküm bu. Türkiye’deki hukuk sistemi yani eski parlamenter sistemi cumhurbaşkanının herhangi bir partiye üye olmaması üzerine kurulu. Çünkü hiç sevmediğimiz 12 Eylül Anayasası cumhurbaşkanını “baba” modeli olarak öngörmüştür. Gerçekten de parlamenter sistemin çözemediği sorunlar açısından hakem rolündedir cumhurbaşkanı. Bağımsız olması o bakımdan önemlidir. Bu açıdan gereklidir de. Nitekim bu yüzden 12 Eylül Anayasası için “rasyonelleştirilmiş parlamentarizm” ifadesi kullanılır. Ancak bu rasyonelleştirmenin ve cumhurbaşkanı makamının güçlenmesinin 1961 Anayasası düzlemindeki çift meclisli parlamentonun aleyhine gerçekleştiği unutulmamalıdır.

► Cumhurbaşkanının seçim yasaklarından muaf tutulması kararı var bir de. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu elbette yanlış bir karar. Seçim yasaları ya da seçim yasakları denilen şeylerin hepsi eşit ve adil bir seçimin gerçekleştirilmesine yöneliktir. Tabi devlet yardımı vs. konulardan dolayı hiçbir zaman tam anlamıyla adil olmaz bu yarış. Ama meşrulaştırmak için şekli eşitlik görüntüsünün verilmesi elzemdir. Bunu ortadan kaldıracak tasarruflarda bulunursanız, partisi adına konuşan cumhurbaşkanını bunun dışında tutarsanız, bu eşit bir yarış olmaz. Kısaca parlamenter sistemdeki uygulamaları, yeni inşa edilen sistem içinde aynen muhafaza edemezsiniz.

► ‘12 Eylül Anayasası bundan daha mı iyiydi, güçlü bir yürütme var niye rahatsızsınız bundan’ deniyor buna dair yorumunuz nedir?

1971’den itibaren 90’lı yılların ortasından 2000’lerin başında AB üyeliği için yapılan hukuksal reformların olduğu dönem haricinde devamlı güçlendirilen bir yürütme ile karşı karşıyayız. Adım adım gelinen bir süreç bu. Şöyle söylenebilir: Anayasa hukukçuluğu dediğimiz şey hep bir denge-denetleme mekanizmasının kurulmasını esas alır. Güçlerin birbirini dengelemesi ve denetlemesi üzerine kurulu bir sistem. Bir güç diğerlerinin aleyhine güçlenirse ve onu dengeleyecek bir mekanizma kurmazsanız burada görünüşte kuvvetler ayrılığı olsa bile bu sistem kuvvetler birliğine hatta tek bir kuvvetin hakim olduğu siyasi bir rejime dönüşür. Bugün içine düşülen durum budur.

► Daha önceden buna benzer süreçler yaşandı mı, biz mi abartıyoruz yoksa…

Şöyle bir gerçeklik var: 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’ten beri Türkiye toprakları üzerinde çok büyük siyasi tartışmalar oldu; parlamentoya, padişahlığa ya da cumhurbaşkanlığına dair. Ve bu tartışmalar hiçbir zaman sona ermedi. Ama sıkıntı olan şey şudur. 12 Eylül’le kıyasladığınızda normatif düzlemde bakacak olursanız ve bugün 12 Eylül’ü yaşayan ve onunla mücadele eden hukukçularla konuştuğunuz zaman karşınıza çıkan “12 Eylül bile bu kadar ileri gitmemişti” tespiti olacaktır. Küçük bir örnek: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiş sırasında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yürütme alanının önce dümdüz edilmesi ve bunun düzenlemesinin Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine bırakılması. Bu şu demek: yürütme kendi içinde istediği değişikliği hemen bir gün içinde yapabilir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri için öngörülen Anayasal sınırlar oldukça dar. Halbuki hukuk tanımı gereği belirli bir istikrara sahip olmalı. Ayrıca ek olarak şunu da söylemek istiyorum bilinen Anayasa hukukçularından Kemal Gözler geçenlerde bir makalesinde, “yargı kararları bu şekilde veriliyorsa benim bunca zamandır öğrettiğim anayasa hukuku soru işaretidir. Hakimlerin karar vermelerinde etki eden unsurlar neyse buna ilişkin yeni bir metodolojiyle hukuk fakültelerinde ders anlatılsın” diye yazdı. Böyle bir tablo ile karşı karşıyayız.

► Hukukun bu kadar keyfi bir hal aldığı düzlemde bundan sonrası için beklentileriniz nelerdir?

Bu keyfilik olduğu müddetçe, buna benzer gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz. Yürütme her ne kadar hakim olsa da, hala kendisine ayak bağı olan yerler var. O anlamda oralara nüfuz etmek isteyecektir.

Cumhurbaşkanı Danışmanlarından Mehmet Uçum kendi dile getirmişti; 16 Nisan Referandumu ilk adımdı, bundan sonra yasama ve yargı ayağında değişiklikler olacak diye. Resmi olarak da bunlar zaten deklare ediliyor.

***

Siyaset ve anayasacılık iç içe

► Bu durum nasıl tersine döner?

Türkiye’deki anayasacılık geleneği siyasi mücadele ile hep içiçe gitmiştir. Türkiye’de uzun bir süredir siyasi mücadele yürütülüyor edasıyla siyasi olarak hiçbir şey yapmama durumu sözkonusu. Bu her türlü siyasi akım için de geçerli. Siyasi bir yükseliş, hukuk alanında da değişikliğe yol açacaktır. Örneğin sadece parlamento çerçevesinde içinde değerlendirsek, “Cumhur İttifak”ı 300’den az vekil çıkarsaydı siyasi sistem farklılaşacaktı. Yasamaya hakim olan güçlerle, Yürütmenin farklılaşması öngörülemeyecek sonuçlara neden olabilirdi.