Hukukta reformun hangi ölçüye göre yapılacağı çok açıktır: İnsanlığın yüzyıllar boyu kazanımlarıyla süzülüp gelen ve Türkiye’nin de imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelerde yer alan ve ülkemizde tam olarak uygulanmayan ilke ve kurallar. Bunlar da özetle: Tüm yurttaşların hukuk karşısında eşit ve adil bir yargılama hakkı olduğu; yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve suçluluğu kesinleşinceye dek herkesin suçsuz sayılması.

Eğer hukuk reformu yapılacaksa, önce bu ilkelerin ülkemizdeki durumu özgürce tartışılabilmeli; cezaya dönüşen uzun tutukluluk uygulamasına son verilmelidir. Oysa böyle olmuyor; bunun yerine hukukun temel evrensel ilkeleri sabah-akşam çiğneniyor.

Evet, reformdan önce yapılması gerekli işler var.

BALIK BAŞTAN KOKUYOR!

Yargı yapısının en üst kurumu olan Anayasa Mahkemesi’nin-AYM kararları yürürlükteki Anayasaya göre de “herkesi” bağlar. Hukukun tamamıyla siyasallaşmış olmasının bir sonucu olarak kurala uyulması çok büyük hukuksuzluklara kaynaklık ediyor.

Daha önce de AYM kararı hiçe sayılarak Soma ve Ermenek maden işçilerinin Ankara’ya yürüyüşü güvenlik güçlerince engellemişti. Geçen hafta, bu sürece Kocaeli Valisi de açıkça katıldı. DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş Sendikası’na “üye oldukları için işverenleri tarafından işlerinden tazminat verilmeden atılan” ve Ankara’ya yürümek isteyen işçiler, COVİD-19 gerekçesiyle engellendi.

Hukuk yalnızca bu olayda birden fazla çiğnendi: 1.sendikaya üye olma hakkı tanınmıyor; 2.emekçilerin yasal hakkı olan tazminatları ödenmiyor; 3.AYM kararı yok sayılarak yürüyüş hakkı engelleniyor.

Buradaki hukuksuzlukların düzeltilmesi AKP iktidarının elinde. Ancak bir an evvel bunları yapmıyor; reform deyip duruyor.

EŞİTLİKÇİ OLMADIKÇA

Geçen hafta bu köşede, AKP iktidarının, devletin “değişik sermaye kesimlerine eşit uzaklıkta olması” kuralını çiğnediği için ekonomide reform yapamayacağı vurgulandı. AKP iktidarı, hukukun en temel ilkesi olan eşit yurttaş kavramını hiçe saydığı için hukuk reformu da yapamaz.

AKP’nin eşit yurttaş kuralından uzaklaşmasının iki somut göstergesi var.

Birincisi, kamu yönetimi kendi içinde eşitlikçi değil. Yönetim içi görevlendirme, yükseltme ve ödüllendirmelerin, nesnel ölçütlere, yeterlilik, etkinlik ve verimliliğe göre yapılmadığı biliniyor. Yönetimin iç işleyişinde yandaş personelin kayırılması, hem yetenek ve becerinin dışlanmasına yol açıyor; hem de “kurumsal” deneyim ve birikimin kesintiye uğramasına, kurumsal aklın yok olmasına yol açıyor.

İkincisi, kamuda işe almalarda acımasız bir ayırımcılık yapılıyor. AKP iktidarı, kamuya personel alınmasında yapılan, üstelik ücret toplayarak yaptığı yazılı (KPSS) sınavlarının sonuçlarını neredeyse tümüyle hiçe sayıyor. Personel seçiminde mülakat ya da yüz yüze görüşme yöntemini kullanıyor. Tamamıyla öznel bir tutumla yazılı sınavda başarılı olanların hakkı yeniyor; kimi zaman da yazılıda birinci olan mülakatta sonuncu yapılıyor.

Her iki durumda da kişinin, onca emek ve eğitimden sonra elde ettiği mesleğini yapmasının engellenmesi, gerçekten, çok yönlü yıkımdır. Ailesinin yaşadıkları bir tarafa, hakkı yenen kişi ya işsizliğiyle sürünüyor ya da olanağı varsa ülkeyi terk ediyor. Uygulama, kamu kurumlarında yarattığı yıkımlara ek olarak rüşvet ve yolsuzluklara da açık olduğu için toplumsal zararı büyük oluyor.

Gerek personel seçimi uygulamasıyla gerekse kurum içi kayırmalarıyla AKP iktidarı, denilebilir ki, bu türden “içsel hukuksuzluklarla” aslında sakattır.

Eğer hukuk reformu yapılacaksa, öncelikle bu iki iç hastalık düzeltmelidir. Yine bir ilk adım olarak görevine son verilen ve suçlu olduğu kanıtlanmayan, başta barış için imza atan bilim insanları olmak üzere tüm kamu çalışanları bir an önce görevlerine çağırılmalıdır.

Böylece öncelikle yüzbinlerin yaşamını çalmaktan vazgeçmelisiniz. Çünkü, başıma geldiği için çok iyi bilirim; çalınan yaşamların geri gelmesi hiç kolay olmuyor.

Kısaca özetlenen uygulamalarınız ortadayken hukuk reformu mu dediniz? Güldürmeyin!