Türkiye yeni yıla yalnızca hiç iyi yönetemediği Korona salgının kararttığı ve her gün kötüye giden ekonomisinin yoksullaştırdığı bir ortamda girmiyor. Uzun dönemli etkileri bunlardan çok daha olumsuz ve yıkıcı olacak bir oluşumla, hukuktan uzaklaşarak, giriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir taraftan “AB ile yeni bir sayfa” açmaktan söz ederken bir taraftan da AİHM’in “Demirtaş tahliye edilmeli” kararını “ikiyüzlülük” olarak adlandırıyor; “ bizi bağlamaz” diyor.

Bu sözlerle Türkiye gerçekte AB’den değil, hukuktan uzaklaşıyor.

DEĞİŞİM

Geçmişte Erdoğan ve diğer AKP’lilerin haklarını aramak için sürekli kapısını aşındırdıkları AİHM nasıl oldu da ikiyüzlü oldu? Bu sorunun yanıtı açık: değişim geçiren AİHM değil AKP’dir.

Aslında Erdoğan’ın AİHM ile ters düşmesi oldukça eskilere gidiyor. Bundan tam on beş sene önce, AB tam üyeliği görüşmelerinin etkin bir biçimde yürütüldüğü, Anayasa ve yasaların bu amaçla değiştirildiği, AKP’nin AB aşkının tavan yaptığı günlerde Kasım 2005’te Başbakan Erdoğan, AİHM’in “din ve vicdan özgürlüğünü koruma” amacıyla aldığı bir kararı şöyle eleştiriyordu: “Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır”.

Bugün Demirtaş kararı karşısındaki tutum bir kez daha kanıtlıyor ki Erdoğan AKP’si ile AİHM hukuk anlayışları asla uzlaşmaz. Nasıl uzlaşsın ki? Bu ülkede Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararları hiçe sayılabiliyor. Hukuk dışılık her gün yeni bir derinlik kazanıyor.

O kadar ki, diplomasının sahte olduğu “yargı kararıyla kesinleşmiş” bir kişi önce AKP’den milletvekili yapılıyor, sonra Erdoğan’ın başdanışmanlığına geliyor; yetmiyor bir kamu bankasının yönetim kurulu üyeliğine atanıyor. Dahası da var. Aynı kişi hukuk tanımayan gücünü kamuoyu ile alay edercesine pehlivan gibi sergiliyor.

AKP giderek “hukuk dışı” bir iktidar özelliği kazanıyor. Ülke, yalnız, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünden, temel insan hak ve özgürlüklerinden, kadın-erkek eşitliği, bilimin yol göstericiliği başta olmak üzere Avrupa’da da geçerli evrensel değerlerden hızla uzaklaşmakla kalmıyor. Toplumsal dokunun oluşmasını sağlayan hukuk güvencesi de yok oluyor. Ülke içinde ve dışında hukuktan uzaklaşan Türkiye, hızla yalnızlaşıyor; sıradan bir Ortadoğu ya da Afrika ülkesine dönüşme sürecine giriyor.

DUR DENİLMELİ!

Bu hukuk dışı gidişe karşı çıkması gereken elbette bu ülkede hukuk isteyen tüm kişi ve kuruluşlardır. Ancak bu konudaki öncülüğü siyaset yapmalıdır. Çünkü hukuk, tüm partilerin de varlık nedenidir. Hukuk yolundan çıkmakta olan AKP dışındaki tüm partileri birleştirmesi gereken temel hiç kuşkusuz hukuktur.

Ancak, bu konuda öncülük etmesi gereken ana muhalefet partisi CHP, düşünsel ya da ideolojik yönden o kadar uyuşturuldu ki, hukuka dayalı bir karşı çıkışa öncülük edemiyor.

Oysa CHP, tüm partilerin hukuk düzleminde bir araya gelmesine öncülük edebilir. Dillerden düşürülmeyen ancak bir türlü ne olduğu açıklık kazanmayan “parlamenter sistem” somut bir ortak öneri olarak oluşturulabilir. Ek olarak, AKP’nin yerle bir ettiği kamu kurumsal yapısının, özellikle de yargı ve ekonomiyle ilgili kurumların nasıl yeniden etkinlik kazanabilecekleri siyasetin gündemine getirilebilir. Böylece siyaset, tamamıyla içi boş ve kısır çekişmelerden, kamuoyu da siyasetin bu çok yorucu ağırlığından kurtulabilir.

2020 sona ererken yeterli aşı gelmiyor, siyasetin karabasanı da gitmiyor. Yine de 2021’e umutla bakmak gerekiyor.

Yeni Yılın daha güzel ve aydınlık günler getirmesini diliyorum. Yazıyı iki not ile sonlandırmalıyım. Birincisi Anadolu’da “Şeytan taşlamaktan ibadete vakit kalmıyor” diye güzel bir deyim vardır. Ben de bugün, 27 Aralık, Mustafa Kemal’in kente ilk geldiği günde Cumhuriyet değerlerinin başkenti Ankara’yı yazacaktım. Olmadı. Hukuktan kopuş öncelik aldı.

İkincisi, ODTÜ’nün bilimsel özgürlüğün yaşandığı bir üniversite özelliğini koruması için kendi yaşamını hiçe sayarak uğraş veren Prof. Dr. Nuri Sayral’ı yitirdik. Işıklar içinde olsun; ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.