Hükümetin, daha doğrusu AKP’nin, adına “Çözüm Süreci” denen Kürt siyasetçilerle kurduğu ilişkiye son vermesi; görüşme trafiğinden çekilmekle kalmayıp eşi benzeri görülmedik şiddetle Kürt halkı üzerine yürümesi, Kürt siyasi hareketinin seküler çizgisini korumasıyla doğrudan ilgili. İŞİD, Rojova ve özellikle Kobane saldırısını, laik YPG’nin ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu açıklamıştı. Aralık 2013’teki ilk saldırı ardından Halep’te yayımlanan İŞİD bildirisinde, diğer Kürtleri kardeş olarak gördükleri belirtilerek ”silahlı Kürt gruplarının Suriye’nin kuzeyinde laik bir devlet kurmasına verilmiş bir cevaptır” denilmişti.

Hükümet bu kadar net bir dil kullanamaz elbet, ama AKP zihninin çalışma biçimini ulemasının diline bakarak çözebiliriz. Örneğin Diyanet İşleri Başkanı geçenlerde sekülerizmi savaşın müsebbibleri arasında saydı. Baş ulema yardımcısı ise PKK’nin “Milliyetçilik, ulusalcılık üzerinden seküler bir kutsal üzerinde yükselen ahlaki bir sendrom” olduğunu yazdı. Ateşe tapan Zerdüşt, inançsız, ateist oldukları büyük şef tarafından daha önce dillendirilmişti. İŞİD bildirisi de aynı şeyleri söylüyor.

PKK; Ortadoğu ve hatta tüm İslam coğrafyasında savaşan, bir şekliyle savaşa bulaşmış dini, etnik hareketler içinde modern ideolojiye sahip laik tek siyasi harekettir. (Seküler bir hareket olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) artık bir devlet partisi sayılır.) Laiklik, uluslaşma mücadelesi veren hareketlerin tercihinden bağımsız olarak Kürt siyasi hareketinin de siyaset ilkeleri arasındaki yerini korur. Şiilik ve Sünnilik dışındaki küçük tarikatların, cemaatlerin, kabilelerin her birinin ayrı ayrı ideolojileştiği Müslüman havzasında, İslami referansları reddeden laikliğin toplumsal yapıyı bozan fikir olarak hedef olması, PKK’nin dışlanması bu yerleşik kültürün dışında kalmasındandır.
Bu tespitler ışığında şunu söyleyebiliriz: Mevcut Türkiye yönetiminin Kürt siyasetiyle mücadelesi, ayrılıkçı olmasından ziyade laik olmasına dayanıyor. Oslo ve Dolmabahçe’de mutabakat imzalanan PKK ve HDP, ücret pazarlığı yapılan bir sendika değildi; biri silahlı gücü olan bir örgüt, diğeri örgütle hükümet arasında görüşme trafiğini yürüten parti. Her iki metnin içinde “ayrılık” a ilişkin vurgu yer almasa bile “mutabakat” kavramı görüşmecileri birbirinden ayırmaya yeter de artar. Mutabakat metinleri hazırlanmış, imzalar atılmışken birkaç gün sonra, hem de bir nedene dayanmadan tek taraflı olarak masadan çekilmenin nedeni karşı tarafın ayrılıkçı olmasıyla izah edilemez 44 çocuğun öldüğü operasyona terörle mücadele de denmez. Türkiye’yi PKK’ye karşı motive eden şey ayrılıkçı olması olsaydı Barzani’ye ayrıcalık tanınmaz, askeri yardımıda bulunulmazdı. (Suudi Arabistan’ın, laiklikle başı dertte olan Barzani’ye 8 milyar dolar olduğu söylenen mali desteğini de bu bağlamda değerlendirebiliriz.)

Mezhepler, cemaatler, kabile bağları etrafında örgütlenmiş bu coğrafyada seküler hareketlerin müttefik bulması güç, hatta imkansız. Abdullah Öcalan’ın himayesinde Demokratik İslam Kongreleri düzenlenmesi, Harran İslam Üniversitesi projesi gibi dini göndermelerin politik İslamcılar arasında alıcısı olmaz. Buna karşın laiklerden alacağı desteği sekteye uğratır. Laik Kürt siyasetinin dikkat etmesi gereken şey, desteğine ihtiyaç duyduğu kesimlerin savunamayacağı eylem ve söylemlerden uzak durmaktır. Türkiyeli laikler ise Ortadoğu’da, seküler Kürt siyasi hareketlerinden başka müttefikleri olmadığını bilmeli, her grubun iktidar adayı olduğu, hiçbir kurala uymadığı bir savaşta partnerinden (en azından) psikolojik desteğini esirgememelidir.