Tekgül Arı Suyun-denizin doğurganlığını simgeleyen Tethys “Suyu bul, sudan sana zarar gelmez, asma kökünün suya yürüdüğü gibi.” İlk Yunan Filozofu Thales’e (M.Ö. 5. Yüzyıl) göre “şeylerin doğası sudur.” Su, kendisi değişmeyen fakat bütün varolanların kendisinden doğup yine kendisine döndüğü ana maddedir. Aristoteles, Thales’in bu düşüncesini mitoloji ve deneyime bağlar. Deneyime dayanan yanı, her şeyin nemlilikten […]

Hükümranlara ödün vermeyen bir roman

Tekgül Arı

Suyun-denizin doğurganlığını simgeleyen Tethys

“Suyu bul, sudan sana zarar gelmez, asma kökünün suya yürüdüğü gibi.”

İlk Yunan Filozofu Thales’e (M.Ö. 5. Yüzyıl) göre “şeylerin doğası sudur.” Su, kendisi değişmeyen fakat bütün varolanların kendisinden doğup yine kendisine döndüğü ana maddedir. Aristoteles, Thales’in bu düşüncesini mitoloji ve deneyime bağlar. Deneyime dayanan yanı, her şeyin nemlilikten beslenmesi, yaşamın su ve nemlilikle sürmesidir. Mitolojik yanıysa yeryüzünün başlangıcı olarak simgeleşen Okeanus’tur. Suyun-denizin doğurganlığını, yaşamı simgeleyen Tethys, Okeanus ile evlenmiştir. Tethys, dereleri ve su kaynaklarını temsil eden, üç bin kız doğurmuştur. Bir kızı, peri Styx, ölüler ülkesine nehir olmuştur. Tanrılar onun adı üzerine, dönülmez yemin etmişlerdir. İrem Uzunhasanoğlu’nun ikinci romanı ‘Ufkun Öte Yanı’ ‘su’ üzerine kurgulanmıştır. Başkarakteri bir yazar olan Refika da Thales gibi arkhesini ‘su’da arar.

Bir sarmaşık gibi birbirine sarılmış halklar koparılıyor

1956 yılında genç bir yazar olan ve İstanbul’da yaşayan Refika, şifalı su’yu anlatan bir kitabın şifrelerinin peşine düşer. Kıbrıs, Dipkarpaz’da bulur başlangıcını. O yıllarda Kıbrıs’ın taksim edilmesi sorunu üzerine tartışmalar ve yazışmalar hararetle sürmektedir. Yunanistan “self determination-kendi kendini yönetmesi” yoluyla adanın kendilerine bırakılmasını talep eder. İngiliz Dışişleri Bakanı Kıbrıs’a ilişkin yeni reform tasarısını açıklamış ve yeni anayasayla Kıbrıs’ın kendini yönetme aşamasına geçebileceğini bildirmiştir. Türkiye ve Yunanistan farklı nedenlerle söz konusu öneriyi reddetmişlerdir. Hükümetler arası yazışmalar süredursun, Kıbrıs’ta o yıllarda yaklaşık üç yüz seksen beş bin Rumca konuşan Ortadoks-Hıristiyan ve yüz bin Müslüman-Türk iç içe aynı suyu içerek yaşamaktadırlar. Henüz şimdiki gibi su sorunları da yoktur. Çünkü Tethys toprağın altında insanlık için yeteri kadar su biriktirmiştir. Ancak hükümranlık sevdasına düşen devletler tarafından yaratılan sorunlar halklara da yansımaya başlamıştır. Bir sarmaşık gibi birbirine sarılmış halklar koparılmaya başlanmıştır. 1955 yılında 6-7 Eylül olaylarında halkların kopuşunun şiddetine tanıklık eden Refika, her şeye rağmen asma köküne tutunarak Dipkarpaz’a, suya doğru yürümüştür.

“Aslında bir ihtimal daha var: O adaya gitmek. Ama kâh altı ay önce Beyoğlu, Kumkapı ve Samatya’da vuku bulan acı olaylar, kâh derneğin insanları galeyana getirişi, kâh adadaki gerginlik oraya gitmemin önünde büyük bir engel.”

Aşkın vadesi de hükümranların izin verdiği kadardır

Refika’nın Dipkarpaz’da bulduğu sadece şifalı ‘su’ değildir, Zongoç Hristo’yla aşkı da bulur. Tıpkı halkların birbirine tutunması gibidir aşk da. Ancak aşkın vadesi de hükümranların izin verdiği kadardır.

“Saçmalama,” dedi “Sen varken dine, mezhebe ne gerek var?”/ Suya ve göğe yazılı hikâyemsin,” dedim. / Hikâyen hikâyemdir,”dedi.

Tethys gibi üç bin çocuk doğurmuş olmasa da bu kez dinsel ayrımcılık yüzünden ‘su’ iyice bulanmış ve Refika’nın karnından Dilfûza’yı söküp atmıştır. Ancak Refika’nın doğurma eylemi yazdığı kitaplarla seksen yaşına kadar sürüp gitmiştir.Ancak Tethys gibi o da kendi hikâyesini anlatamamış-yazamamıştır.

“Onu ilmek ilmek örüyorum. Beni çok yoruyor bu zor karakter. Sanırım iyi bir iş yaptım Hasan Bey’i doğurarak. Evet, doğurdum onu, bacaklarımın arasından çıkan bir bebek kesesi gibi”

Uzunhasanoğlu, romanda yazar Refika’nın günlükleri ile olayları çözmemizi sağlarken, Refika’nın genç asistanı Aren de kendi hikâyesini aramaktadır. Aren, hikâyesinin Refika’yla bağlı olduğunu anlar ve onun peşine düşer. Bu kez Refika’nın hikâyesi ‘su’da kalmayacak, yazılacaktır.

Mekân ve dil

Yazar, kurmacada mekân olarak özellikle Dipkarpaz’ı kullanmıştır. Mistik doğası, kiliseleri, şifalı suyu, eşekleri, köy evleri betimlemesi oldukça canlıdır. İsa’nın havarilerinden Aziz Andreas’ın mitolojik hikâyesi de romanda yerini alır. Ayrıca 2013 yılı İstanbul mekânlarına da doğal olarak yer verilir.

“Kendini İstanbul’un tarihi yarımadasının dar sokak aralarına, eski kokulu sahaf dükkânlarına attı. En çok da Beşiktaş Kadıköy vapuruna.”

Refika’nın günlüklerinde 1950 yıllarında Türkçe dili üzerinde etkisini sürdüren “mamafih, nâmütenahi, bedbaht gibi Arapça ve Farsça sözcüklere de yer verir. Uzunhasanoğlu, yarattığı karakterlerin seslerini ayrı ayrı verebilme becerisini göstermiştir.

“Dipkarpaz’a gitmeden önceki neşeli Refika’yı alıp, yazar Refika’ya katıp yepyeni ve velüt bir Refika yaratmıştım kendime. Hatta bu velüt Refika’ya Muzaffer Bey’in izdivaç teklifini kabul ettirmiştim. Ne yanlış bir karardı o da!”

“Kafayı yemeden çıkayım şu lanet evden,”dedi. Duvarın ötesindeki tıkırtılar gittikçe daha da duyulur hale gelmişti.

Roman, üçüncü tekil anlatıcı ve günlüklerle ilerler. Ayrıca diyalog geçişleri sorunsuzca ilerler. Yazar olaylara sebebiyet veren yan karakterler hakkında pek ipucu vermez romanda, okuru merakta bırakır. Kitabın 27. bölümünde bir masalla karşılaşırsınız şaşırmayın, romandan bağımsız olmadığını göreceksiniz. 28. bölüm yine ‘Hamuşan’ bölümüdür.

Leyla Erbil olabilir mi?

İyi bir okursanız eğer, Refika karakterinin peşine düşebilirsiniz. Onun yazınla, okuduğu kitaplarla, genç yazar eleştirisiyle ilgili sözleriyle de doğal olarak karşılaşacaksınız. Ayrıca Refika, ‘kim’ diye, okuduğunuz birçok yazarı da usunuza getirebilirsiniz. Sıkça Sevim Burak mı? Şükran Kozalı mı? Latife Tekin mi ya da VirginaWoolf mu? Kim kim… Leyla Erbil olabilir mi? Evet! O olmalı dediğiniz anları sıkça duyumsayacaksınız. Aslında Uzunhasanoğlu, okuduğu bütün yazarların birleşimi olan Refika’yı kurgulamıştır. Kafasına estiği an kalkıp eyleme geçen bir yazarı. Yazdıklarından ödün vermeyen, dili sağlam olduğu için okurla içsel bir bağ kuran Refika’yı. Ne dersiniz Refika’nın huzurunda, eyleme geçen, hükümranlara ödün vermeyen tüm yazarlara da bir selam çakmaya…