Türkiye’de Yargı Yoktur”, Demokrat Yargı Derneği’nden beş hâkimin imzasıyla yayımlanan ve dönemin ruhunu anlatan bir kitaptı. Bugün artık “Türkiye’de hukuk yoktur” demenin vakti.

Tutuklu CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun yargılanmasının sebeplerini bile irdeleyemeden, ilk derece mahkemeleri ile istinaf mahkemelerinin arasındaki gerginliğin bir yansıması olarak; mahkemenin, istinafın bozma kararını tanımamasıyla ‘hukuk tartışmasına’ boğulduk.

Tabii mahkemenin tavrı, sadece bu gerginliğin ürünü değil. Avukatının deyimiyle, “Berberoğlu davası sıcak patates gibi, kimse elinde tutmak istemiyor.” Hâkimler ve savcılar iktidarın emriyle, kanunların hükmü arasında kalmış durumda. Berberoğlu’na mahkûmiyet kararı verince kanuna, tahliye veya beraat verince iktidara karşı gelmiş olacaklar. O sebeple de dosya mahkemeler arasında gidip geliyor, Berberoğlu da mektubunda yazdığı gibi, “artık hükümsüz ceza çekiyor.”

Önce İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi hükmü verdi: 25 yıl hapis cezası ve tutuklama. Ardından İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi (istinaf) bu kararı hem usulden hem esastan bozdu. Tabiri caizse, “Böyle bir hüküm verilemez” dedi. Ama ağır ceza mahkemesi istinafı ‘tanımadı’, dosyayı geri gönderdi. Son gelişme: İstinaf mahkemesi en baştan yapması gerekeni yaptı, Berberoğlu’na duruşma açmaya karar verdi.

Tüm bunlar olurken, örneğin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, “bölge adliye mahkemesinin, yerel mahkemenin kararını esastan da inceleyebileceğini ve hukuka aykırılık bulursa hükmü bozabileceğini” belirten 280. maddesi, ‘istinafın kararının kesin olduğunu’ belirten 380/A. maddesi ve en önemlisi ‘Direnme yasağı’ başlıklı 284. maddesi ihlal edildi. Bu maddeye göre, “Bölge adliye mahkemesi karar ve hükümlerine karşı direnilemez; bunlara karşı herhangi bir kanun yoluna gidilemez.”

Ama ağır ceza mahkemesinin ‘direnişi’ kanunen kadük olsa da, siyasi konjonktüre uygundu ve fiilen işledi. Bu şanlı direnişin sonunda istinaf da kaçındığı duruşmayı açmak zorunda kaldı. (Bu arada şanlı direniş, sadece istinafa karşı değil, “Yerel mahkeme direnemez” şeklinde açık ve emsal oluşturan hükmü bulunan Yargıtay’a da karşıydı.)

Berberoğlu’nun mahkûmiyetiyle Türk Ceza Kanunu, mahkûmiyetin devamındaki yargı süreciyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hükümleri ile Yargıtay kararları ihlal edildi ama ne gam, bu yargılamanın başlamasıyla, insanlığı bugüne getiren etik ve hukuki tüm tarihsel süreç zaten çöpe atılmıştı.

Yargı sürecinde bir de gözden kaçan ‘savcı değerlendirmesi’ vardı, geçen haftanın hengâmesinde unutuldu. Yazılı metne savcı kararı diyemiyoruz çünkü savcının da belirttiği üzere, kendisinin bu aşamada karar yetkisi yoktu. Ama bu kanuni engel, savcının, fikirlerini serbest düzende yazıp mahkemeye göndermesini engellemedi; bir anlamda ‘ifade özgürlüğünü’ kullandı.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı, Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin, Enis Berberoğlu hakkında verdiği bozma kararına, karar henüz yerel mahkemeye gönderilmeden önce şerh düştü.

Şerhte, istinaf mahkemesinin kararı bozabileceğini, mahkemenin bu bozma kararına direnemeyeceğini ama istinafın da esastan değerlendirmeyi bu şekilde yapamayacağını söyledi. En güzelini de sona sakladı: Savcılığın da istinaf mahkemesi kararına bu şekilde bir değerlendirmeyi kanunen yapamayacağını, değerlendirmesine yazdı.

Savcının kendi sözleriyle: “Bu karara Başsavcılığın olağan ya da olağanüstü itiraz/temyiz gibi bir kanun yolu mümkün değilse de görüldü ekranımızda dosyanın incelenmek üzere mahkemesince gönderilmesi üzerine fiziki dosya da getirilerek incelenmiştir.”

Yani, savcılığın şerh gerekçesi şu: “Ekranda denk gelince bir inceleyeyim dedim…” (Savcılığın bu ‘değerlendirmesinin’ ardından da ağır cezanın şanlı direnişi geldi)

HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın Habertürk’ten Fevzi Çakır’a söylediği “Hukuk her zaman kendi yolunu bulur” sözü, şimdi daha da anlam kazandı: Hukuk, yazılı kanunlara değil, suyun akışına bağlanmış.