Devlete maruzatım var: Adliyeler boşuna masraf oluyor, kapatalım.

Emniyet Müdürlüğü’nün yargıda tek yetkili olduğu resmi makamlarca da tescillensin, olup bitenin adı konulmuş olsun. Hem ekonomik kriz döneminde devletin mali yükü hafifler.

Böylece hâkimlik sorgularında hazır bulunan Terörle Mücadele Polisleri de, iddianameyi veya sorgu tutanağını aradan savcıyı çıkarıp hazırlayıveren amirleri de rahat eder. Savcı ve hâkimler de okumadıkları belgeyi imzalamak zorunda kalmazlar.

‘Kazan-kazan’ durumu hâsıl olur.

Bunu bir düşünün.

24 saatte ne değişti?

Bu fikrin hayata geçmesinin gerekliliğine, 24 saat bile geçerliliğini korumayan hukuki bir mahkeme kararını örnek vereyim:

İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Eylül 2018’deki duruşmada, davada tutuklu yargılanan 17 avukatın tahliyesine karar verdi.

Mahkemenin kararı şaşırtıcı derecede hukukiydi. Kararda - uzun zamandır görülmeyen - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne atıf vardı.

Tutuklamanın bir ‘ceza’ değil, tedbir olduğunun altını çizen mahkeme, tutukluların ‘kaçma şüphesi’ olmadığını da, tahliye sebepleri arasında ‘tutukluların avukat olmasını’ ekleyerek gösterdi.

Yani mahkeme, evrensel burjuva hukuk değerlerini elinden geldiğince kullandı ve yasalara uygun bir karar vererek sanıkları dahi şaşırttı.

Şaşkınlık uzun sürmedi.

Savcılığın itirazıyla, bu kararın üzerinden 24 saat geçmeden avukatlar hakkında yakalama kararı çıkarıldı: Aynı mahkeme, kendi kararını hiçe sayarak, hatta tamamen yanlışlayarak, tahliye ettiği avukatlardan altısının tekrar tutuklanmasına hükmetti.

İlk kararında bahsettiği AHİM içtihatları, tutuklamanın tedbir niteliğinde olması, tutukladığı kişilerin avukat olması değişmemişken mahkemenin kararı değişti.

Bu değişiklik neden ve nasıl oldu? Bilmiyoruz.

Ama tutuklama kararında bu kez klasik kopyala-yapıştır ifadeler yer aldı: “Kaçma şüphesi, tutuksuz yargılamanın suçla orantılı bir tedbir olmaması, vs…”

İstanbul Barosu bu fikir değişikliğini, “Mahkemeyi bu kadar kısa süre içinde, birbiri ile bu denli çelişen iki karara imza attıran neden, yargının içindeki siyasetin tam da kendisidir” diye açıkladı.

Dün ikinci kez tutuklanan Selçuk Kozağaçlı ise daha doğrudan bir yorum yaptı: “Bir mahkeme değilsiniz, verdiğiniz kararlar mahkeme kararı değil.”

Kaybettik, hükümsüzdür.