Türkiye’nin aklı’ diyebileceğimiz bir şey var; 1950lerden itibaren ortalama on yılda bir dramatik değişiklikler yaşamış, bu değişiklikleri doğrudan diline -başta sinema olmak üzere kültürel unsurlara- yansıtmış, bazen çok çocuksu bazen aşırı yaşlı düşündüğü için epey yalpalayan, son 15 yıldır da epey hasta görünen tuhaf bir akıl. 1971 tarihli Tunç Başaran filmi Korkusuz Kaptan Swing işte bu aklın dünyada başka örneği olmayan sinemasal maceralarından biri olsa gerek.

Spagetti western filmlerinin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde meşhur Tommiks ve Teksas çizgi romanlarını yaratan İtalyan ekibi EsseGesse’nin 1966’da yayımlamaya başladığı Kaptan Swing, hikayesini Amerikan Bağımsızlık Savaşı günlerine dayandıran bir anlatıydı. İngiltere’nin vergilerle sürekli sömürdüğü Amerikan kolonileri (koloni deniyor ama Afrika’nın sömürülme tarihinden bildiğimiz kolonizasyondan çok farklıdır) Kraliyet’e karşı isyan edip 4 Temmuz 1776’da ABD’yi kurmaları sürecinde geçen hikayede Kaptan Swing, komik yancıları Mister Blöf ve kızılderili Gamlı Baykuş’la birlikte ‘kırmızı urbalılar’a (kırmızı üniformalı İngiliz askerleri) karşı mücadele ederdi.

Sonra 1971’in tuhaf ve yaralı aklı çalıştı, Tunç Başaran başrolünü Salih Güney’in oynadığı Korkusuz Kaptan Swing’i yaptı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın İtalya’da yayımlanan bir çizgi romanın konusu olması da belli ölçüde tuhaf tabii, lakin 19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’dan Amerika’ya yapılan göçlerde İtalyan nüfusun yüksek payı düşünülürse EsseGesse’nin bu yayınları daha anlaşılır oluyor. Ama Türkiye?

Yeşilçam’da Batman, Superman, Killing gibi çizgi karakterler de filmleştirilmişti ama hiç değilse bu filmlerin öyküleri Türkiye’de geçiyordu. Sonradan başta Uçurtmayı Vurmasınlar (1989) ve Piano Piano Bacaksız (1992) olmak üzere çok değerli sinematografik ürünlere imza atacak bir yönetmen, dönemin romantik jönünü de önümüze katıp bizi neden Ontario Kalesi’ne götürür ki?!

İyi niyetli çözümlemeler yapabiliriz: Toplumsal eşitsizlik ve baskının arttığı, sivil faşizmin devlet faşizmiyle yarışır hale geldiği bir dönemde belki de Özdemir Birsel-Tunç Başaran ekibi bir Amerikan özgürlük savaşçısının hikayesini anlatarak sansürü aşmaya, evrensel bir insanlık durumunu halkla böyle buluşturmaya niyetlenmişti.

Ama öyle olmuyor işte, çizgi romanla film arasındaki trajik farklılıklar bu iyi niyetli okumaları sürükleyip götürüyor: Çizgi romanda anlatının neredeyse tamamı kırmızı urbalı emperyalistleri Amerika kıtasından def etmek üzerine kuruludur ve her macerada bu mücadelenin farklı boyutlarıyla karşılaşırız. Oysa Yeşilçam anlatısında filmin büyük bir bölümünü Kaptan Swing’in Betty’yle oynaşmaları, Mister Blöf ve Gamlı Baykuş’un anlamsız ve tümüyle yersiz maskaralıkları, Betty’nin kaprisleri ve erotik dansları oluşturuyor -Betty karakteri çizgi romanda çok az yer alır ve Swing’le romantik ilişkisi de epey örtülüdür. Geriye kalan kısımdaysa, dönemin Kara Murat filmlerindeki kötü Bizanslıların kırmızı kıyafetli kopyalarının Swing ve arkadaşlarından yediği komik dayakları görüyoruz.

Sonuç olarak, ABD’nin dünyanın dört bir yanında darbeler yaptığı, Vietnam’ı kana buladığı, Türkiye’deki müttefik muktedirler eliyle 6. Filo’yu kovan devrimci gençlerin canına kıydığı bir dönemde, özgürlük savaşçısı bir karakter politik duruşundan iyice uzaklaştırılıp çapkın bir maceracıya dönüştürülüyor… Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Korkusuz Kaptan Swing belki de sadece dönemsel bir akıl karışıklığının ürünüdür, hatta hayatımızı gündelik ve varoluşsal düzeyde nasıl yaşayacağımıza dair vahşice söylemlerin üretildiği bugünkü Türkiye aklıyla karşılaştırılırsa biraz masum olduğu bile söylenebilir. Hiç değilse kimlerin iyi kimlerin kötü olduğunun bilindiği ve açıkça dile getirildiği bir anlatı dizgesi var.

Biraz Gamlı Baykuş tarzı bir tespit olacak belki ama, demek ki, tüm açmazlarına rağmen 1971 Türkiyesi’nin aklı 2018 Türkiyesinin aklından daha sağlıklıymış...