AKP’de su yüzüne çıkan Reisçiler–Hocacılar kavgasında kılıçlar çekilmiş gibi duruyor. Pelikan gibi sevimli bir hayvancık da bu kavgaya alet edilmiş durumda. Daha önce bir başka güzel hayvanımız penguen de Türkiye’nin gündeminde önemli yer tutmuştu. Seçim günlerindeki elektrik kesintilerinin de kedilere ihale edildiğini hatırlayacak olursak hayvanlar alemine La Fontaine’den sonra en fazla zararı veren unsur olarak öne çıkıyor gündemimiz. Vesileyle, alegori yapacağım derken hayvanlar aleminde ayrımcılık yapan La Fontaine’e epey uyuz olduğumu belirtmeden geçmeyeyim.

Her neyse, bu kavganın iki tarafı var. Havuz medya Erdoğan ardında sıralansa da ara ara çatlak sesler çıkıyor tabii. Nazlı Ilıcak dün bir grup yazarın ismini de sayarak Davutoğlu’nun bir medya ordusu kurduğunu belirtiyordu. Son seçimin ardından iktidar destekçiliği konusunda saflarını iyice sıklaştıran Hürriyet’in bu kavgadaki rolüyse “durun siz kardeşsiniz” şeklinde biçilmiş sanki. Yani yeni barış süreci, Hocacılarla-Reisçilerin arasını bulmak adına Hürriyet’te başlamış gibi. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bu meseleye biraz yakından bakmak isterim.

Barış sözcüsü selvi

Her ne kadar Hocacılar arasında sayılsa da Selvi’nin yazılarındaki aşırı barış havası dikkat çekiyor. Selvi o kadar endişeli ki, “Ak Parti’nin türbülansa girmesi demek, Türkiye’nin istikrarsızlığı anlamını taşıyor” gibisinden cümleler yazıyor. AKP=Türkiye denklemi bizzat Hürriyet sayfalarında kurulmuş oluyor yani. Selvi yazı içinde iki tarafı da kollayan ifadeleriyle adeta stajyer BM Barış Sözcüsü gibi davranıyor. Yer yer Davutoğlu’na yakın olduğunun izlerini de bırakmadan geçmiyor tabii. “Başbakan, süreçlere ilişkin tavrını ortaya koyacak ama ondan parti içi kavgaya girmesini kimse beklemesin.” cümlesine ne dersiniz? Yani insan kimin adına yazdığı bu kadar da belli etmemeli.

Akil adam Ahmet Hakan

Hiç iki kutuplu bir tartışma olur da Ahmet Hakan girmez mi? Bodoslama atladı tabii. Sanki taraf seçilmesi telkin edilmiş gibi “Reisçi de Hocacı da olmayız” diye bildiriverdi meşhur hakkaniyet terazisinden. “Dedikoduyla, Pelikan dosyalarıyla, gizli kapaklı çekişme haberleriyle, kulislere sızan bilgilerle, imalarla, satır aralarıyla, gıybetle, tezviratla, algı operasyonlarıyla falan… İkisinden birini seçmeyiz” diyerek, iki taraftan birini seçmek zorundaymış gibi bir algı yarattı. Ancak bir AKP’linin düşeceği ikilem bu. Oysa bunu taraf olmak zorunda olduğumuz bir memleket meselesi olarak satmaya, bunu yaparken de tarafsız kalarak önemli bir şey yapıyormuş havası vermeye çalışıyor. Saçma bir çaba.

Akif Beki’nin forma mücadelesi

Abdülkadir Selvi’nin transferi ve Ahmet Hakan’ın fabrika ayarlarına dönme hamlesinden sonra kulübeye mahkum kalan Akif Beki ise ağırlığını Hoca’dan yana koysa da kâh “Ak Parti’de ne kavgası pişiriliyor?” gibi barıştan yana tavır koyduğu yazılarla kâh “Özal’ı mahveden emanetçi takıntısı” gibi uyarılarla forma mücadelesi veriyor. Ona göre kavganın sorumlusu Erdoğan değil ama “hızlı Erdoğancılar.” Israrla Erdoğan’ı kavganın tarafı yapmayarak Davutoğlu’na da asla söz söyletmeyerek bir barış süreci tesis etmeye çalışıyor. Ne kadar âlâ bir misyon.

Bu bir memleket meselesi değil

Hürriyet gazetesine yayılan genel hava bu. Havuz medyasının sıkı Reisçiliğiyle havuzdan bir miktar soyutlanıp Hocacılıkta huzur bulmuş küçük bir kısım medyanın arasında arabulucu rol üstlenir gibi bir halleri var. (Tabii eğer sürekli barışa vurgu yapıp savaşı işaret etmek gibi şeytan işi bir misyonları yoksa)

“Cumhurbaşkanı ile Başbakan bir parti içi meseleden ötürü kavga mı eder?” sorusundan önce çok normalmiş gibi bir barıştırma çabasına girişmek bir gazetenin işi değil. Fakat bu o kadar normalmiş gibi sunuluyor ki, kavgaya değil ama işte buna algı yönetimi denilebilir Böyle ilkeleri çoktan geçtik elbette ama arada hatırlatmak gerek. Kimse bu kavganın tarafı olmak zorunda olmadığı için tarafsız kalmak hava atılacak bir pozisyon olamaz. Dahası, bu kavgayı bir “memleket meselesi” gibi paketleme arzunuz da gazetecilikten değil olsa olsa memuriyetten kaynaklanıyordur.