Google Play Store
App Store

CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün 19’uncu Milli Eğitim Şurası’na dair hazırladığı ve dün Meclis’te açıkladığı raporun tamamı birgun.net’te…

Hüseyin Aygün: Milli Eğitim Şurası bu haliyle IŞİD'in şurasıdır!

HÜSEYİN AYGÜN

19. Milli Eğitim Şurası Antalya Manavgat’ta toplandı. Şura aldığı kararlar ile eğitimde laik, demokratik ve sosyal bir devlete ait son kırıntıların da ortadan kaldırılması sürecinin hızla devam ettiğini ortaya koydu. Şura’ya damgasını vuran Eğitim Bir-Sen adlı dinci-faşist sendikanın Türkiye’deki eğitime dönük tüm önerileri IŞİD’in Suriye ve Irak’ta 'otorite' kurduğu kimi şehirlerdeki İslam Devleti kurallarıyla birebir aynıdır.

Bu rapor ile AKP’li Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2-6 Aralık 2014’deki dört günlük Şura’sını masaya yatırıyoruz. Raporumuz okunduğunda görülecektir ki; AKP Türkiye’deki eğitim sistemini IŞİD’in belirlediği yönde dönüştürmek hedefindedir.
   
Bilindiği gibi İslam Devleti veya IŞİD adlı dinci-terörist çete, Suriye ve Irak’ta egemenlik kurduğu tüm şehirlerde, Hıristiyan, Şii, Alevi, Türkmen, Süryani, Ermeni, Kürt ve Şebek tüm topluluklara önce 'kâfir' damgasını vurmuş, sonra kafa kesmiş, toplu katliamlar yapmış, kadınları 'esir' olarak 'köle pazarları' olarak bilinen kimi Arap ülkelerinde 'satışa' sunmuştur. IŞİD, 'devlet' ilân ettiği şehirlerde 'İrfan Divanı' (Eğitim Bakanlığı) kurduğunu resmen açıklamıştır. “Müminlerin Emiri’nden Cehaleti Ortadan Kaldırma ve Şeriat İlmini Yayma Müjdesi” adlı bu eğitim programı, geçen hafta Manavgat’ta yapılan 19. Milli Eğitim Şurası’nın da esin kaynağıdır.

IŞİD’in 'İrfan Divanı' ile AKP’nin 'Şurası' karşılaştırıldığında 'ortak' pek çok özellik hemen göze çarpmaktadır. Önce Türkiye’deki eğitimin 'kadın' tablosunu görelim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre;

1.

Okul yöneticisi sayısı:  62333

Kadın yönetici: 6701

Erkek Yönetici: 55632

2.

81 İl Milli Eğitim Müdürü

  1

80

3.

718 İlçe Milli Eğitim Müdürü

  3

715

4.

255 İl Milli Eğitim Müdür Yrd.

  8

247

 

Böyle bir yönetici tablosu, 'cinsiyet eşitsizliğinin' tepe noktasına vurduğunu kanıtlamaktadır. Rakamlar kesin bir şekilde ortaya koymaktadır ki; AKP’li Milli Eğitim Bakanlığı 'kadın düşmanı' bir bakanlıktır.   

IŞİD, Irak ve Suriye’de egemen olduğu şehirlerde, eğitim yılının başlamasıyla birlikte okul ve üniversitelerde, katı Selefi ideolojisine dayanan, eğitim sistemini 'İslam Devleti' adını verdiği rejimin ilkeleri doğrultusunda değiştirmeye yönelen 'kesin kurallar' koyduğunu açıkladı. Geniş kapsamlı değişiklikler içeren 'yeni kurallar', mevcut müfredatların bazı bölümlerinin kaldırılması, bazılarının da değiştirilmesi yoluyla eğitim sistemine radikal bir kültürel dinsel muhteva kazandırmayı amaçlamaktadır. IŞİD’in eğitime yönelik en önemli darbesi kuşkusuz ki kadın öğrencileri vurmaktadır. IŞİD kadınların evden dışarı çıkmalarına dahi yasaklar getirirken, kadın öğrencilerin erkeklerle bir arada eğitim görmesine son vermiştir. Bir 'Sakallı erkek katiller güruhu' olan IŞİD, kadın öğrencilerin ancak kadın öğretmenlerce eğitilebileceğini dayatmaktadır.  

IŞİD’in 'İrfan Divanı' tarafından alınan bu 'Ortaçağ öncesi kararlar', Eğitim Bir-Sen adlı AKP yandaşı dinci-faşist sendikaya da esin kaynağı olmuştur. Eğitim Bir-Sen’in Türkiye’de kısa ve orta vadedeki en önemli hedefi, tıpkı IŞİD gibi “kadın ve erkek öğrencilerin bir arada okuması”nın son bulmasıdır.

Eğitim Bir-Sen adlı dinci-faşist sendikanın genel başkan vekili Ahmet Özer, 29.11.2014 tarihinde, “Karma eğitim dayatmasını asla demokratik anlayışa uygun bulmuyoruz. Velilere seçme hakkı tanınmalıdır. 2-6 Aralık 2014 tarihlerinde yapılacak Milli Eğitim Şûrası’nda sendika olarak karma eğitim uygulamasının kaldırılması ve din eğitiminin okul öncesinden verilmesi gibi birçok önerimiz olacak. Karma eğitim dayatmasının kaldırılmasını istiyoruz. Biz bunu asla demokrat anlayışa uygun bulmuyoruz” demiştir. Nitekim Eğitim Bir-Sen’in öneri ve talepleri, 19. Milli Eğitim Şura Toplantısı’nda kabul görmüş ve karma eğitimin kaldırılması henüz resmen onaylanmasa da, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, “Kız ve erkek okulu açmaya engel yok” diyerek durumu de-facto olarak onaylamıştır.

IŞİD’in 'Hilafet Devleti' projesi, bölge haritasını siyaseten değiştirmenin ötesinde kültürel, toplumsal, ekonomik, siyasi tüm alanlarda kapsamlı ve köklü bir değişimi amaçlamaktadır. IŞİD eğitim sistemini Şeriat’a ve Selefi Salih’in akidesine göre şekillendiren düzenlemeleri yaparken, 'Kadın ve Adalet Zirvesi'nde, AKP’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir, tabiatları, bünyeleri, fıtratları farklıdır” şeklinde laflar ederek IŞİD’den aşağı kalmayacağını kanıtlamıştır. Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra, Milli Eğitim Bakanlığı, “Manavgat Şurası”nda aldığı kararlar ile IŞİD İrfan Divanı’nın izinde olduğunu 'dosta-düşmana' göstermiştir. IŞİD ile AKP’li Milli Eğitim Bakanlığı gericilik ve dinsel eğitimin kökleştirilmesi konusunda adeta 'yarış' içerisindedirler. Aşağıdaki tabloya kısa bir göz atmak, savımızı tanıtlamaya yeterli olacaktır. 

Demokrasiden İslam Devleti’ne gidişin yolunu açan 19. Milli Eğitim Şûrası Toplantı Kararları ile IŞİD İrfan Divanı (Milli Eğitim Bakanlığı) Kararlar Tablosu

İslam Devleti'nin İrfan Divanı (Eğitim Bakanlığı) “Müminlerin Emiri’nden Cehaleti Ortadan Kaldırma ve Şeriat İlmini Yayma Müjdesi”

19’uncu Milli Eğitim Şûra Toplantısı Genel Kurul Kabul ve Tavsiye Kararları, 02-06. 12. 2014

"Irak Cumhuriyeti’’ ve “Suriye Cumhuriyeti’’ gibi ibareler “İslam Devleti” olarak değiştirildi.

Ortaokullarda okutulan T.C. İnkılap Tarihi Atatürkçülük dersi programının gözden geçirilerek güncel anlayışlar ve yöntemler doğrultusunda yeniden yazılması kararlaştırıldı.

Kız ve erkek öğrencilerin sınıfları ayrıldı. Bu kapsamda kız okullarında, erkek öğretmen ve elemanların çalışması yasaklandı. Eğitim ve idareyle ilgili tüm kararlar “Şeriat Kuralları”na dayandırıldı.

İlkokul 1, 2 ve 3’üncü sınıflara “Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin konulması kabul edildi.

Yurttaşlık, Ulusçuluk ve Milliyetçilik gibi değerlerle ilgili tüm konuların yanı sıra IŞİD’in yorumuna göre “Hilafet Devleti”nin din anlayışına ters düşebilecek tüm ders, slogan ve marşlar kaldırıldı.

Osmanlıca öğrenimi, İmam Hatip ve Sosyal Bilimler liselerinde zorunlu, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak okutulması yönünde tavsiye kararı alındı.

Namaz vakitlerinde derslere ara verilmesine ve bayan öğrencilerin yüzleri dahil örtünmesine karar verildi. “Edepsizlerin” uyarılması için “bayan görevliler” atandı.

Öğrencinin ilkokulu bitirmesinin ardından, “Hafızlık Eğitimi” için okuluna 1 yıl ara vermesi yerine, 2 yıl ara verip, sınavlara da girme hakkı tanıyan öneri kabul edildi.

Müzik, resim, felsefe, sosyoloji ve psikoloji derslerinin kaldırılması öngörüldü.

Trafik Güvenliği ve İnsan Hakları”, “Yurttaşlık ve Demokrasi” derslerinin haftalık ders çizelgesinden kaldırılması,

- Trafik Güvenliği dersi konularının Hayat Bilgisi dersi içinde, İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi konularının ise Sosyal Bilgiler dersinde verilmesi kabul edildi.

IŞİD’in “kâfir” olarak gördüğü Ezidi, Süryani, Nusayri, Zerdüştlük, Putperestlik vs. halkların tarih ve inançlarının öğretilmesi yasaklandı

AİHM, pek çok defa zorunlu din derslerinin kaldırılmasını önerdi, kabul edilmedi. Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi programında Alevilik’e ilişkin içeriğin geliştirilmesi önerisi dahi kabul edilmeyerek reddedildi.

Fizik, Kimya, Matematik, İngilizce ve Arapça derslerinde mevcut programlar korundu. İrfan Divanı, yaratılış teorisiyle bağdaşmayan “Darwin Teorisi” ve Cosmos gibi bazı “küfür” bölümlerini müfredattan çıkardı.

Anadolu Turizm ve Otelcilik Meslek liselerinde 10. sınıftan itibaren staj amacıyla tesis ve kurumlara gönderilen öğrencilerin alkollü içki ve servisi yapılan ya da alkollü içecek hazırlanan bölümlerde staj faaliyeti yapmaları kaldırıldı.

Akidelerin fesada uğratıldığı ve gençlere inançsızlığın aşılandığı Fen derslerine “Allah’ın Yaradılış Yasaları’’ gibi yeni konu ve başlıklar eklendi.

Okul öncesinin “değerler eğitimi” temelli olması önerisi kabul edildi. Anaokuluna “din dersi” sokuldu.

Bilimsel bir Eğitim Şurası’na değil, IŞİD 'İrfan Divanı' programına benzeyen 19. Milli Eğitim Şurası sonuçlarının daha iyi anlaşılabilmesi için, DİB Personel Verileri’nin cinsiyet oranlarına bakmak yararlı olacaktır. Çünkü Milli Eğitim’de görev yapan 62.333 yöneticin yalnızca yüzde 11'i kadınlardan oluşmaktadır.

DİB Strateji Geliştirme Başkanlığı “2014 Yılı Performans Program Raporu”na göre Genel Personel Durumu Tablo 11-Hizmet Sınıfları ve Tahsis Durumlarına Göre Kadro Dağılımı”
 

Hizmet Sınıfı

Toplam

Merkez

Müftülükler

  Eğitim Merkezleri

Yurt Dışı

Toplam

128.847

1.776

117.486

9.453

132

Genel İdare Hizmetleri

8.595

1.563

6.454

446

132

Din Hizmetleri

117.778

65

108.957

8.756

-

Eğitim Öğretim Hizmetleri

50

-

45

5

-

Avukatlık Hizmetleri

3

3

-

-

-

Teknik Hizmetler

162

88

50

24

-

Sağlık Hizmetleri

28

19

1

8

 

Yardımcı Hizmetler

2.231

38

1979

214

 

 
Bu tabloda görev yapan personelin cinsiyet dağılım oranları belirtilmediği için 2012 yılı sonu itibariyle tabloya bakalım. Merkez teşkilatındaki 1.040, taşra teşkilatındaki 103.560 personelin 'cinsiyet dağılım oranları' şöyledir:
 
Merkez Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 1.040 (Kadın: 67, Erkek: 973),
Taşra Teşkilatı’nda görev yapan personel sayısı: 103.560 (Kadın: 16.456, Erkek: 87.104)
 
2012 yılı Diyanet’te görev yapan personel verileri ile MEB’de görev yapan okul yöneticisi verileri cinsiyet dağılımı yönü ile ele alındığında:
 
MEB okul yöneticisi oranı (Kadın: , Erkek: %89)
DİB’deki personel oranı (Kadın:.79, Erkek: % 84.2)

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şu anki mevcut halini bilmiyoruz. Zira Ocak 2003 ile 31 Aralık 2011 tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, Milli Eğitim Bakanlığı’na 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni' olarak 'geçiş yapan' personel sayısı 2.227 olarak açıklanmıştı. 'Geçiş yapan personeller', bugün muhtemelen MEB’in çeşitli kademelerinde yöneticidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, AKP döneminde, Milli Eğitim Bakanlığı’nda sinsice 'kadrolaşan' ve 'bilimsel ve laik eğitimi' yok ederek, 'İslamcı Eğitim' vermeyi amaçlayan bir kuruluştur.   

Bu cinsiyet eşitsizliği tablosu aynı zamanda AKP’nin 'kadın erkek fıtrat eşitsizliğinin' pratikteki görünümüdür. Türkiye’de siyasal İslamileşme böyle devam ederse, kadınlar İslam Devletinin baskı, şiddet ve zulüm kurallarıyla karşı karşıya kalacaktır.


IŞİD KURALLARI VE DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI FETVALARI: İKİZ KARDEŞLER
IŞİD, Suriye’de egemenliğini ilân ettiği 100’e yakın Türkmen Köyü’nde kadınlar için şu kuralları uygulayacağını açıklamıştır:

Kadınların yanlarında erkek olmadan dışarı çıkmaları yasak,
Yanlarında erkek bulunsa bile Pazar yerine gitmeleri yasak,
Yüzleri tamamen kapalı olup, peçe takılacaktır,
Yüzleri açık kadınlara satış yapılmayacak,
Evdeki her iki kızdan birisi IŞİD’e verilecek. Eğer IŞİD militanı cephede ölürse, kız tekrar başka bir IŞİD’çiye verilecek,
Eğer kadınların eşleri üç aydan fazla eve gelmezse kadın, IŞİD askerlerinden seçtiği ile evlenmek zorundadır.

 

 
Hükümet, Diyanet veya Milli Eğitim Bakanlığının IŞİD’in kadınlara dair aldığı kararlarla derin bir ilgisi vardır. 'GÜNÜMÜZ MESELELERİNE FETVALAR' * başlıklı kitabın (Halil GÖNENÇ, cilt:1-2, 2002) çeşitli bölümleri IŞİD mantığından azade değildir. İşte kitaptan IŞİD’i anımsatan bazı yapraklar:

Soru: “Başı açık olarak gezmek caiz midir?”
 
Cevap: “Kadının evinde oturup mahrem olmayan kimse bulunmazsa başını açmasında beis yoktur. Çünkü kadının avreti yabancı olmayan kimselerin huzurunda diz ile göbek arasıdır. Evde yabancı varsa veya evde değil dışarıda ise başı avret olduğu için onu açması caiz değil, haramdır.” (Cilt:2, S. 166, Soru 791)

Soru: “Bir kimse baldızıyla veya kardeşinin hanımıyla yolculuk yapabilir ve yalnız kalabilir mi?”

Cevap: “Mahremi olmayan bir kadınla baldızı veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderin hanımıyla yalnız kalmaları veya yolculuk yapmaları caiz değildir.” (Cilt:2, S. 168)

Soru: “Bir kadının tek Hicaz’a ve mesela Ankara’dan İstanbul’a gitmesi caiz midir?”
 
Cevap: “Bir kadının tek başına Hicaz’a veya mesela Ankara’dan İstanbul’a gibi uzak bir yere gitmesi caiz olmadığı gibi, kocası veya mahremi olmayan birkaç kadınla birlikte olsa da gitmesi caiz değildir. Şafii mezhebine göre emniyette olursa ilk hac ile mecburi iş için bir kadının kocası ve mahremi olmadan iki veya daha fazla kadın ile birlikte gitmesinde beis yoktur.” (Cilt:2, S. 169)

Soru: “Kadınların saç kestirmeleri, kaşlarını çekmeleri, dövme yaptırmaları, dişlerini törpülemeleri ve peruk takmalarının hükmü nedir?”

Cevap: “Kadının dövme yaptırması, dişlerini törpülemesi ve insan saçından yapılmış peruk takması, kaşlarını çekmesi caiz değildir.” (Cilt:2, S. 278)

AKP Hükümeti, Diyaneti veya Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, 'Dini Danışmanlık Hizmetleri ve Fetva Konsepti İstişare Toplantısı'nın
** 'Değerlendirme ve Öneriler' oturumunda Prof. Dr. Mehmet Erdoğan, “Bu mezhep konusuna sürekli vurgu yapıyoruz. Mezhep bizim hem hukukumuz hem de diyanetimizdi. Asırlar boyu böyle devam etti. Hem hukukumuzdu, hem diyanetimizdi. Ve hukukta istikrar amacıyla hukuki güvenlik öne çıkarılmış ve bu müeyyideye bağlamışız. Yani bizim mevzuatımız olmuş. 1926 yılı sonrasından itibaren, artık mezhep bizim hukukumuz değil, hukukumuz olmaktan çıkarılmış, bizim artık sadece diyanetimiz var. Hukukumuz anlamında bir mezhebimiz yok. Bunu görmemiz lazım. Dolayısıyla üreteceğimiz fetvaları bu gerçeklik üzerine kurmamız lazım. (…) Yani bu süreç 1926 tarihinden bu yana, sizin geçer akçeleriniz geçersiz kılmış ama siz hala onun farkında değildiniz” demiştir. (s. 379)
 
Aynı 'İstişare Toplantısı'nda bulunan ve durumu fark eden Prof. Dr. Hamdi Döndüren adlı bir şahıs ise şunları ifade etmektedir: “Zaten din görevlilerimizin belki emeğinin karşılığını almada da, Hanefi Mezhebinin 11. Yüzyılda verdiği fetvanın böyle bir maslahata dayandığını biliyoruz. Dini hizmetlerin, cami hizmetlerinin, Kuran-ı Kerim’e olan hizmetlerin aksamakta olduğunu görünce Hanefi Mezhebi, Şafiilerin işin başında verdiği fetvayı o dönemde vermiş, dolayısıyla bir sonuca ulaşmış. Bilhassa bu tarzda arka planda zikredilmek suretiyle fetvalar güçlendirilirse, sanıyorum topluma olan hizmette daha güzel adımlar atılabilir.” (Anlatım bozukluğu konuşmacıya aittir) (s.408)

AKP hükümetinden 12. yüzyıla gidecek olursak; İbn-i Rüşd 'cinsiyet ayrımının' kadınları nasıl 'bitli statüsüne' getirdiğini şöyle anlatmaktadır:

“Ama bu bizim devletlerde kadınların yeteneği bilinmez, çünkü sadece doğurmaya yararlar. Bu yüzden de kadınlar kocalarının hizmetine koşulmuş, doğurma, çocuk yetiştirme ve emzirme işine ayrılmıştır. Ama bu onların diğer etkinliklerini inkâr eder. Kadınlar bu devletlerde insani erdemlerden yoksun olarak görüldüklerinden, genellikle ota benzetilirler.”
***

Kim bilir, belki de İbn-i Rüşd bu gerçekliği dile getirdiği için, 'Zındık' olarak lanetlenmiştir. İbn-i Rüşd’ün kime ne “zararı dokunmuş” olabilir ki, değil mi? İslamo-faşizmden başka.
 
 
KENDİSİ DIŞINDA VE KENDİSİ GİBİ OLMAYAN HER TOPLUMSAL KESİMİN 'KÂFİR' OLDUĞU 'IŞİD EĞİTİM-ÖĞRETİM MÜFREDATI'

IŞİD eğitim-öğretim müfredatında, 'dinsel kâfir azınlıkların' (Ezidi, Süryani, Nusayri, Zerdüşti, Putperestlik vs) tarih ve inançlarının öğretilmesi yasaklıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 2012-2016 Stratejik Planı’nda 'Tehditler' başlığı altında, “Dinî ve ahlakî değerleri yıpratmaya yönelik faaliyetler, İslâm’ın özünü ifsat etmeye yönelik bidat ve hurafelerin halk üzerinde etkisini sürdürmesi, birlik ve beraberliğimizi olumsuz yönde etkileyen faaliyetler, İslâm dışı inanç, düşünce ve yönelimlerinin Müslüman zihninin bütünlüğüne yönelik müdahale çabaları” tanımı yapılmıştır. Diyanet’in kurumsal web sayfasındaki “Dini Terimler Sözlüğü”nde, Gayr-i Müslim, “Müslüman olmayan anlamına gelen gayri Müslim, din ıstılahında kâfir, müşrik ve münafık kimseyi ifade eder” denilmektedir.

Diyanet’in bu tanımı ile IŞİD’in bakış açısı arasında herhangi bir fark var mıdır? IŞİD ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki tek fark, IŞİD’in Gayr-i Müslimlerin kafasını kesmesidir. AKP henüz bunu yapmaya 'cesaret' edememektedir.

Hükümet, Diyanet ve Milli Eğitim Şurası’nın bu nefret bakışının hiç kuşkusuz ki tarihsel kökleri vardır. AKP-Diyanet-Milli Eğitim Şurası’nın esin kaynaklarından biri olan Nizam'ül-Mülk, 'kendi mezhebi' dışındaki bütün mezheplere savaş açmış, 32 yıl özellikle Şii ve İsmaililer’e göz açtırmamıştır. Ona göre, 'doğrulukları tartışılmaz' sadece iki mezhep vardır: “Yeryüzünde makbul ve dosdoğru yolda ilerleyen, Allah’ın rahmetinin ikisi üzerine olası Hanefi ve Şafii diye iki mezhep vardır. Geri kalanlar beyhude ve sapkınlık, şek ve günamdan ibarettir.” Nizamü’ül-Mülk bu taifeyi bu şekilde tarif ettikten sonra onların kimliklerini, isyan ettikleri yerleri, adeta bir istihbarat belgesi gibi sunmaktadır: “Ve dahi Batiniler’e isyan ettikleri tarihe ve şehre göre bir isim ve lakap verilmiştir. Bu sebepten ötürü muhtelif adlarla anılmaktadırlar. Esasında özleri birdir. Örneğin Halep ve Mısır’da İsmaili; Kum, Kaşan, Taberistan ve Zebzivar’da Şii; Bağdat, Maveraunnehr, Gazne’de Karamati; Kufe’de Mubareki; Basra’da Revendi ve Burkai; Gürgan’da Muhammiri; Şam’da Mubayza; Mağrib’de Saidi; Lahsa ve Bahreyn’de Cinani; İsfahan’da Batini -kendilerine de ta’limi derler- olarak adlandırılmışlardır.”

Nizamü’l-Mülk sözünü söyle bağlamaktadır: “Bu husustaki hadis, ayet ve delilleri eğer zikredecek olursak hacimli bir kitap olur. Yalnız Rafizilerin hali bu şekildedir. Rafizilerden daha beter olan Batiniler vardır. Bu iki güruhun ne idüklerine dikkat belle! Bu güruhlar başlarını kaldırmaya niyet ettikleri vakit bunların tepesine çökmek, köklerini kazımak ve memleketi onlardan temizlemek emniyet içinde hüküm sürmesi için dönemin hükümdarının boynunun borcudur. Keza Yahudilere, Hıristiyanlara, Mecusilere görev teslim edip onları Müslümanların idaresine atamak abesle iştigaldır. Hanefi yahut Şafii mezhebi dışındaki bir kimse ister Batıni, ister Rafızi, ister Yahudi, yahut Zerdüşti olsun, yapacağı en iyi şey yeryüzünde en azından nefes aldığına şükretmesidir.” Kadınlarla ilgili görüşleri de yine aynı sertliktedir: “Tarihin bütün devirlerinde hükümdarın karısı hükümdara egemen olduğunda rezalet, şer, fitne ve fesattan başka bir şey ele geçmemiştir.”
**** (Siyasetname, XVIII-XX)

Şii, Hıristiyan, Yahudi, Batıni, Alevi düşmanlığında zirve yapan Nizamü’ül Mülk, gördüğünüz gibi aynı zamanda gözü kara bir kadın düşmanıdır. Nizamü’ül Mülk’ün Osmanlı Padişahları başta olmak üzere günümüzün AKP’sinin de en büyük tarihsel referanslarından biridir.  
                
Bu bilgiler doğrultusunda düşündüğümüzde Nizamü’ül Mülk’ün, IŞİD ve Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Gayr-ı Müslüm tanımına apaçık esin kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Kafa kesen IŞİD’ın veya fetva salan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “kendisi gibi Müslüman olmayanlara” karşı tutumu işte bu tarihsel arka plandan feyz almaktadır.


19. MİLLİ EĞİTİM ŞURASI’NIN OSMANLICA ÇIKMAZI
 

 
Bir dilin öğrenilmesi, öğretilmesi, geliştirilmesi, gelecek kuşaklara aktarılmasına yönelik çabaların, insanlığa ve uygarlığa her zaman olumlu katkıları vardır. Fakat IŞİD, 'eğitim öğretim müfredatı' kopyası yöntem ve uygulamalar ile Türkiye eğitim düzenine dahil edilmesi tamiri olanaksız sonuçlara yol açacaktır. “Dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamıyoruz” diyerek dersin zorunlu olmasını Milli Eğitim Şurasında savunan kişiler, IŞİD’in referans olarak aldığı Selefilik veya Vehhabiliğin 'mezar taşlarına' karşı olduğunu ve hatta 'yasakladığını' bilmiyorlar mı? Vaziyetin bilinmesi ve açığa çıkması için, 'Vehhabi Araplar Hakkında Rapor' *****, (Aralık 1798) inceleyelim:
 
“7. Belirli kişilerin anısına görkemli mezar veya türbeler inşa etmek bir nevi putperestliktir. Bu mezar ve türbelerin herhangi bir parçasını dini bir saygıyla öpmek putperestliğin ta kendisidir. Bu sebeple bu ülkedeki ve İran’daki Müslüman evliyanın zengin ve süslü türbelerini yıkmak, Allah katında kabul edilebilir bir eylem olmakta, ayrıca daha iyi ve kıymetli gayeler için bu eşya ve süsleri kullanmak uygun görülmektedir.

8. Ölüler için yas tutmak kötüdür, eğer onlar hayattayken sahih Müslümanlar idiyse ruhları zaten cennettedir. Bunun için sevinmeliyiz.”

Muhammed b. Abdilvehhab’ın “kabirlerin tanzim edilmesi” şeklindeki bütün uygulamalarına tavırlı olan Vehhabiler, bu mezarlıkları Şiilere, Sünnilere, Sufilere veya Sufi olmayanlara ait olmasına bakılmaksızın imhaya ya da bazı mezarların üzerine inşa edilen kubbeleri, mezarlıklarda inşa edilen mescitleri kısmen tahrip etmeye sevk etmiştir. Kabirlerin ve türbelerin tahrip edilmesi, Muhammed b. Abdilvehhab’ın geçmiş ve günümüzdeki İslam toplumları ile ilgili tepki ve değerlendirmelerin sonucudur. (…) Onun bu konulardaki etkisi, kendisinin de bizzat katıldığı veya öncülük ettiği “kabir yıkma”  eylemlerinde daha belirgindir.

Aynı kaynaktan, 'kabir yıkma' eylemlerinden başka birine bakalım:

“1802 senesinde 80 yaşındaki babasına vekâlet eden Suud, Irak’a bir saldırıya liderlik yaptı. Bu saldırının hedefi Kerbela şehriydi. Kerbela İmam Hüseyin ibn-i Ali’nin defin yeri ve tim Şiiler’in hac merkezlerinden biriydi. (…) Brydges’in raporuna göre, altı-yedi bin deve ve yaklaşık dört-beş yüz atlı Kerbela’yı kuşattı. (…) Şiilerin kutsal kabul ettikleri mezarlar yıkıldı, kıymetli eşyalar zabtedildi. Vehhabiler Necid’e dönerken, köle olarak yanlarına Şii kadın ve erkekleri aldılar.”
****** (Güner, S, s.136). Vehhabiler’in saldırısında, kimi iddialara göre 2000 kişi, kimi iddialara göre ise 5000’den fazla kişi öldürüldü.”

Bu belge ve dokümanlar tarihsel bir gerçeği ifade etmektedir. Bugüne gelecek olursak, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta 'imha ettiği' veya 'havaya uçurduğu' mezar, mescit, peygamber türbeleri ve camilere bakılmalıdır. Örneğin, Hz. Sakine, Veysel Karani, Davut Peygamber ve Hz. Yunus’un türbeleri 2014 yazında IŞİD tarafından yıkılmıştır. Yine Ninova vilayetinin kuzeyinde, IŞİD ele geçirdikleri bölgelerde Sünni Arap ve Sufilere ait en az dört türbeyi yıkarken, altı camiyi de yerle bir etmiştir.

Bu şartlar altında, 19. Milli Eğitim Şurası’nda, “Dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamıyoruz” savıyla, Osmanlıca’yı 'zorunlu ders' olarak okutulmasını dayatanlar, aslında her zamanki gibi takiye yapmaktadırlar. Zira amaçları 'mezar taşı okumak' değil, Osmanlı’yı yeniden hortlatmaktır. IŞİD ile stratejik işbirliği yapan AKP, bırakalım “dede mezar taşlarını” okumayı, yakında bir Fatiha veya dua okuyacak mezar dahi bulamayacaktır.


DİYANET FETVALARI, MEZAR TAŞINA YAZI YAZMA İŞİNE NE DİYOR?
Soru: “Bazen mezar taşı üzerine vefat eden kimsenin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihi, bazen de dünyanın fani ve geçici olduğuna dair ibret verici sözler yazılıyor. Dinen bunun hükmü nedir?”

Cevap: “Mahiyeti ne olursa olsun mezar taşı üzerine yazı yazmak caiz değildir. (…) Hanefi ulemasının bazıları ölünün tanınması için mezar taşı üzerine isim ve soy isminin yazılmasına müsaade etmiştir.” (Cilt: 1, S. 211-12)

Soru: “Mezar taşı üzerine yazı yazmak caiz midir?”

Cevap: “Mezar taşına yazı yazmak mekruhtur.” (Cilt: 1, S. 213)


EĞİTİM AKIL, BİLİM VE ÇAĞDAŞLIĞA DAYANMALIDIR
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Manavgat’ta düzenlenen 19. Eğitim Şurası, kafa kesen IŞİD dinci-faşist çetesinin uygulamalarını kopya etmeye çalışmıştır. Anaokul’a, İlkokul 1. Sınıfa 'zorunlu din dersi' koymak, Türkiye’de yeni doğan nesilleri dinci-faşist bir kalıba dökme stratejisinin bir parçasıdır.  Bu aynı zamanda toplumu din elbisesi içine hapsetmeyi amaçlayan 'dindar nesiller' projesinin bir uzantısıdır. Tayyip Erdoğan adlı faşist diktatörün hedefi zaten budur. IŞİD uygulamalarına heveslenerek Şura düzenleyenler şunu iyi bilmelidir ki, eğitimde ve okulda dinin, hurafenin, inancın yeri yoktur. İnanç kişilerin vicdanındaki yerine geri dönmelidir. İnanç, sadece bir 'ahlak ilkesi' olarak kalmalıdır.

19. Milli Eğitim Şurası ne milli, ne de eğitim amaçlı yapılmıştır. Türkçe’nin değil Arapça’nın, Eğitimin değil Siyasallaşmış Dinin çıkarlarının savunulması Şura’nın temel kaygısıdır. Eğitimin Kürtçe ve Zazaca gibi anadillerde yapılması gündeme dahi gelmemiştir. Oysa Şura, Arapça ve Osmanlıca üzerinden uzun mesailer yapmıştır. Şura bu haliyle, Türk ulusunun veya Türkiye’de yaşayan Kürt, Zaza, Alevi gibi toplulukların değil, IŞİD’in şurasıdır.
        
IŞİD hayranı ve taklitçisi Diyanet İşleri Başkanlığı bir an evvel lağvedilmelidir. Bu kurum reforme edilemez, düzeltilemez. Kadının 'kaşını almasına' bile burnunu sokan bir örgüt, kadın düşmanı olarak anılmayı hak etmektedir. Hayatın her alanında ve her konuda yayınladığı 'fetvalar' aracılığıyla adeta bir 'nefret yayma karargâhı' olarak çalışan bu kuruma, hiç bir yurttaşın ihtiyacı yoktur.  
           
Eğitim bilim, akıl ve çağdaşlık üzerinden yapılmalıdır. IŞİD 'İrfan Divanı'nın Suriye ve Irak’ta uyguladığı 'Eğitim Müfredatı'nı Türkiye’ye kopya edenler, sadece 77 milyonun barış içinde bir arada yaşama ve ortak geleceğini dinamitlememektedirler. Aynı zamanda, ileride kendilerinin mutlaka yargılanmalarına ve cezalandırılmalarına yol açacak 'ağır bir suç' işlemektedirler.

 
 
* Halil Günenç, Halfeti, Kızıltepe’de (1959-66), Urfa (1966-76) Müftülükleri ile Diş Haseki Eğitim Merkezi'nde Fıqıh ve Tefsir Hocalığı yaptı.

** Dini Danışmanlık Hizmetleri ve Fetva Konsepti İstişare Toplantısı, 11-13 Aralık 2009, Ankara Kızılcahamam.

*** E. I. J. Rozenthal,  1950, Political Thought  in Medieval İslam, s. 190, Cambridge.

**** Nizamü’l-Mülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Taha Ayar,  2012, IV Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,  İstanbul.

***** NA (FO 78/50:156-160a).

****** Selda Güner, 2012, Osmanlı Arabistanı’nda Kıyam ve Tenkil Vehhabi Suudiler (1744-1819), s. 44, Tarih Vakfı Yurt Yayınları