Hüseyin Yurttaş, 16-24 Nisan tarihleri arasında İzmir Kültürpark’ta düzenlenecek 21’inci TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu. Yazar Gönül Çatalcalı, Hüseyin Yurttaş ile fuar öncesi bir röportaj gerçekleştirdi

Hüseyin Yurttaş’a sordum...

GÖNÜL ÇATALCALI

Hüseyin Yurttaş, bu yıl 21. İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğu. Egeli, İzmirli bir yazarımızın, bu yılın onur konuğu olarak seçilmesi çok sevindirici elbette, ama bundan da önemlisi, yıllardır, onun bunu hak ettiğini düşünüyor oluşumuz, beklentilerimizin karşılanması... Yalnızca edebiyat alanında değil, çeşitli sosyal alanlarda da sesini duyuran, toplumsal duyarlılıkları yüksek bir yazar Yurttaş. Kitap Fuarı öncesinde onu kutlamak ve kendisiyle bir söyleşi yapmak istedim.

Hüseyin Yurttaş, önce sizi kutluyorum. Bu yıl İzmir Kitap Fuarı’nın ONUR KONUĞU sizsiniz. Öncelikle 45 yılı aşmış yazma serüveninizin bu noktasında, bizleri çok sevindiren bu olayın sizde nasıl duygular uyandırdığını öğrenmek isterim.
Emeğin değerinin bilinmesi çok güzel bir şey. Yıllarca insan kendini dipsiz bir kuyuya taş atıyormuş gibi hissediyor; sonra bu birikim türlü biçimlerde karşılığını buluyor, değerlendiriliyor. Emeğimi, sanatımı ve birikimimi değerlendiren ve beni bu “onur”a layık gören TÜYAP yönetimine; bunun sevincini paylaşan herkese teşekkür ediyorum.

>>İzmir’in en uzun ömürlü dergisi DÖNEMEÇ’i arkadaşlarınızla birlikte çıkardınız. Hangi yıllarda, hangi koşullarda çalıştığınızı; Dönemeç’in Türk dergiciliğine neler kattığını anlatabilir misiniz?
Dönemeç’i Mart 1976’da çıkarmaya başlamıştık. Yani, kırk yıl önce, bu aylarda… Gerçek bir emek ve dayanışma ürünüydü. İki kez parasal sorunlar nedeniyle kesintiye uğrayan dergimiz toplam 92 sayı yayımlandı Dönemeç. Dergiyi çıkaranlarla birlikte genç sanatçı kesiminin “toplumcu (ya da ‘toplumsal’) gerçekçi” bir anlayış çerçevesinde toplandıkları, gerçekten iz bırakan bir dergi oldu. Bugünün seçkin şair ve yazarlarından epeyce isim ilk olarak orada kendine yer buldu. Bu bile işlevinin boyutunu göstermeye yeter. Ayrıca, inandığı doğruları söylemekten çekinmeyen, gözü pek bir dergiydi Dönemeç.

>>Çanakkale Zaferi’nin 100. yılında “Çanakkale İçinde” adlı bir şiir kitabı yayımladınız. Çeşitli kaynaklardan beslenmiş metinlerle zenginleştirilmiş, Çanakkale şehidi, dedeniz Keleşoğlu Mustafa’ya ithaf edilmiş bu kitabı önemsiyorum. Bu yapıtı oluştururken yaşadığınız duygusal süreçleri anlatabilir misiniz?
Şehit dedemi anarken, incecik dudakları bükülüverir, ağlardı annem. Gözümün önünde en çok o vardı. 4 yaşındayken bir kez görmüş; hayal meyal hatırlardı. Bense dedemin yüzünü hayal ederdim. Bu çalışmaya girebilmek için binlerce sayfa kitap okudum. Yüzlerce sayfasını tekrar tekrar hem de… (O süreçte ben de çok gözyaşı döktüm.) “Seçe seçe azalttığım” için. çıka çıka 128 sayfalık bu kitap çıktı ama değdi. Çanakkale’de şehit ya da gazi olanların, orada savaşların anısına bir damla gözyaşı yerine geçmesini dilediğim kitabımı onların aziz anılarına adadım. Ruhları şad olsun.

>>Şiirden söz açılmışken… Yazmaya ilk başladığınızda sizi etkileyen şairler kimlerdir? Nazım Hikmet şiirinin üzerinizdeki etkileri nelerdir?
Bizim ilk gençlik dönemimizde Nâzım Hikmet’in kitapları basılmıyordu, yasaktı. Şiirleri, 1960’ların ortalarına doğru arka arkaya yayımlanmaya başlayınca yutarcasına okudum. Çok sevdim, hayranlıkla izledim okyanus dalgalarını andıran Nâzım dizelerini. Ancak ondan önce Attilâ İlhan’ı ve şiirlerini severek, hayranlıkla okuyan biriydim. Şunu hemen belirtmeliyim ki, şiirimizin bütün usta şairlerine hep sevgiyle yaklaştım ve onları döne döne okudum. (Hangisini saysam?) Bir ikisine takılıp kalmadım. 1970 öncesi ve hemen sonrasında Ahmed Arif’in o tek kitabını, ‘70’lerin sonunda Hilmi Yavuz’un ikinci döneminin kitaplarını döne döne okudum. Ama bir antolojide belirtildiğinin tersine, Yılmaz Gruda şiirinin etkisinde hiç kalmadım. Çünkü, Yılmaz ağabeyin şiirlerini hep dergilerdeyken okumuştum; Bilgi Yayınevi’nde çıkana kadar hiçbir kitabını okumamıştım.

>>Sizi önce şair olarak tanıdık. Ardından düzyazılarınız, öyküleriniz, romanlarınız, çok sayıda çocuk kitabınızla… Yeni Asır Gazetesi’nde altı yıl Cumartesi Sohbeti köşesinde yazdınız. Çeşitli edebiyat dergilerinin kuruluşlarına destek verdiniz, halen dergilere yazılar veriyorsunuz. Edebiyatın çeşitli alanlarında ürün veren bir yazar olarak değişik türlerin birbirlerine nasıl katkı verdiğini anlatır mısınız?
Yaşamın yelpazesi nasıl geniş ve renkliyse, sanatınki de öyle olmak zorundadır. Söz gelimi şiirle “söylenemeyecek” ya da “anlatılamayacak” şeyleri öyküde, romanda, denemede ya da makalede söyler ve anlatırsınız. Bu, bütün türler için geçerlidir. Alan çeşitliliğim bunun sonucudur. Türlü alanlarda ürün vermek, anlatım olanaklarını kullanmak, onlardan yararlanmak bakımından çok yararlı olmuştur.

>>Aliağa’daki termik santral yapımına karşı duran tavrınızla, Ege’nin çeşitli yerlerindeki doğa kıyımcılığına tavır alan bir aktivist olarak tanıyorum. Doğal hayata bakışınız, sergilediğiniz karşı duruş yapıtlarınıza nasıl yansıdı?
Aliağa’ya termik santral kurulacağını haberini -tesadüfen- bu çevreden ilk öğrenen kişi ben oldum. Yeşiller Partisi, sivil toplum kuruluşları ve belediyelerle bağlantı kurup ilgili herkesi harekete geçirdim. 1990’da elli bin kişi İzmir’den Aliağa’ya “insan zinciri” kurdu. Eylemler, yeni santral kurma çabaları nedeniyle bitmez tükenmez bir savaş halinde 1989’dan bugüne dek sürdü, sürecek. Bergama Ovacık Altın Madeni, Kaz Dağları, Turgutlu Çaldağı, Artvin… Bu bir yaşam mücadelesidir. İnsanların ve tüm öteki canlıların yaşamını savunmak için bu yaşımda da mücadelenin içindeyim, içinde olmaya devam edeceğim.

Hüseyin Yurttaş, sizin gibi yazının çeşitli dallarına büyük emek vermiş bir kalem ustasının, 21. İzmir Kitap Fuarı’nın ONUR KONUĞU olması bizleri çok mutlu etti. Umarım kaleminiz çok uzun yıllar aynı keskinlikte yazmaya devam eder.

Çok teşekkür ederim. Sağ olun Gönül Hanım.