1 Mayıs 2001’de Kaos GL tarafından dağıtılan bu basın açıklaması, sadece LGBTİ+’ların özgürlük mücadelesini alanlara taşımakla kalmamış, aynı zamanda bu mücadeleyi hangi bileşenlerle yürütmeye talip olduklarını göstererek ortak düşmanı da tarif etmişti: Bütün etnik, kültürel ve cinsel farklılıkları yok ederek hepimizi birbirimize benzetmeye -ve dolayısıyla hepimizi öldürmeye çalışan- bu sisteme karşı beraber mücadele edelim! “Hasta ya da sapık olan eşcinseller değil, çürüyen kapitalist toplumdur!”

Hutbenin açtığı keçi yolu: Tartışma-eklemlenme-ittifak

Aylime Aslı Demir - Kaos GL Akademi ve Kültürel Çalışmalar Koordinatörü

“Alışveriş yaptığınız bakkal ya da pazarcının, çocuğunuzun öğretmeninin, yemeğini yediğiniz aşçının, bindiğiniz belediye otobüsünün şoförünün, okulda sıra arkadaşınızın, yanı başınızdaki iş arkadaşınızın eşcinsel olabileceğini hiç düşündünüz mü?”1

Yaşadığımız coğrafyada LGBTİ+’ların bir örgüt olarak ilk kez katıldığı kamusal eylem olan 1 Mayıs 2001’de Kaos GL tarafından dağıtılan bu basın açıklaması, sadece LGBTİ+’ların özgürlük mücadelesini alanlara taşımakla kalmamış, aynı zamanda bu mücadeleyi hangi bileşenlerle yürütmeye talip olduklarını göstererek ortak düşmanı da tarif etmişti: Bütün etnik, kültürel ve cinsel farklılıkları yok ederek hepimizi birbirimize benzetmeye -ve dolayısıyla hepimizi öldürmeye çalışan- bu sisteme karşı beraber mücadele edelim! “Hasta ya da sapık olan eşcinseller değil, çürüyen kapitalist toplumdur!”

Çeyrek asrı geride bırakan Türkiye LGBTİ+ hareketi nasıl ki ilk eylem alanında bu soruyu sadece iktidara yöneltmeyip aynı zamanda ona muhalefet edenlere de yöneltmişse, aradan geçen yıllarda da heteroseksizmin hayatın her alanında karşımıza çıkabileceğinin bilinciyle hemen her alanı sorunsallaştırdı, onlarca şehir ve kampüste binlerce eylem örgütledi ve faaliyetlerine devam etti.

Ancak Kaos GL’nin son 5 yıldır gerçekleştirdiği Türkiye’de kamu ve özel sektörde “LGBTİ+’ların Durumu Araştırması”nın 2019 raporları2 gösteriyor ki bu metni yazmaya başlarken bahsettiğim bildiride yer alan sorunun yanıtını özel sektör çalışanlarının yüzde 82,6’sı, kamuda çalışanların da yüzde 95,6’sı hâlâ bilmiyor. LGBTİ+’lar var oluşlarını çalışma hayatında diledikleri gibi gerçekleştiremiyor, paylaşamıyor. Bunun yanı sıra ücretlilik normları da heteronormatif düzlemde kurulduğundan, her an 'günah keçisi' olarak yaftalanma olasılığıyla topun ağzında çalışıyor.

Nasıl ki Orta Çağ toplulukları -Rene Girard’ın aktardığı üzere3- veba salgınının yıkıcı etkilerini güçlendirmek pahasına gerekli önlemleri almak yerine etnik-dinsel azınlıkları 'günah keçisi' ilan ederek toplumun temizlenmesini ümit ettiyse, Covid-19 krizinde sorumluluk almak istemeyen iktidar da bu kez LGBTİ+ toplumunu, HIV’le yaşayanları ve evlilik dışı cinsel ilişkiyi geçtiğimiz hafta yayımlanan cuma hutbesi4 aracılığıyla 'günah keçisi' ilan ederek salgının müsebbiplerini ilan etmiştir. Muhtemelen 'kıyımcılar' kriz yönet(eme)me kapasiteleri ve yöntemleri gibi suçları ve kurbanlık seçme ölçütlerini de birbirlerinden miras almış olacaklar ki Din İşleri Yüksek Şurası’nın hutbenin referanslarını açıkladığı metinde5 sadece Kuran üzerinden verilen 'delillerle' yetinilmeyip Tevrat ve İncil de seferber edilmiştir (Dolayısıyla bu hutbeyi mümkün kılan şey iktidarın “Aaa, bakın kuş geçiyor” şeklindeki bir refleksi değildir. Bunu böyle kavrayarak dile getirmek ya LGBTİ+ toplumunun maruz kaldığı saldırıyı kasten görmemekten ya bu hedef göstermeyi ciddiye almamaktan ya da en kallavisinden safdillikten ileri gelir).

Ancak geçtiğimiz hafta yaşadığımız olayda yeni olan ne 'kıyımcıların' tavrı ne de etnik, dinsel ve cinsel azınlıkların nasıl kolaylıkla 'günah keçisi' ilan ediliyor olmaları olmasa gerek. Zira bu yaftalama kusursuzca tekrar edilmiştir. Ancak günah keçisini 'kurban etme' yoluyla toplumun bütün musibetlerden temizleneceğini cevaz veren sesler -ki onlar ne çoktular- kıyımcı kitleyi tahkim etmeye çalışırken, bu ritüel bambaşka bir potansiyeli de ortaya çıkarmış, müthiş bir yoldaşlığın-muhalefetin örgütlenmesinin de tetikleyicisi olmuştur.

Muhtemelen bu potansiyelin açığa çıkışının 25 yılı aşkın örgütlü LGBTİ+ mücadelesinin şimdiye kadar (kimilerinin sandığının aksine) salt 'kimlik siyaseti' yürütmüş olmasından değil, bu coğrafyada her daim 'günah keçileriyle' kurduğu queer ittifaklardan, bütün bu grupları kesen “normativiteleri” tespit ederek birlikte dönüştürmeye çabalamasından kaynaklandığını ilk elde söyleyebiliriz. Ancak bu anda ortaya çıkan biraradalığın yeni bir mahiyetinin de olduğunu dile getirmek isterim:

Söz konusu olan 24 Nisan 2020 tarihli Hutbe’nin ve ardından iktidar bileşenlerinin yapmış olduğu açıklamaların 3 farklı boyutta tartışılması gerektiğini düşünüyorum. İlki, bir devlet kurumunun Anayasa’ya, yasalara ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde toplumun bazı kesimlerini hedef göstermesi. İkincisi; özellikle Erdoğan’ın açıklamasında6 ortaya çıkan ve birbiriyle hiçbir ilişkisi ya da birbirine etkisi olmayan iki ayrı dünya olarak tarif edilen dindarlar (elbette burada kastedilen Sünniliğin Ortodoks kanadı) ve LGBTİ+’lar kavrayışı. Üçüncüsü ise Diyanet’in varlığı.

Birinci düzlemde gerçekleşen saldırı Türkiye sağını konsolide etmeye çalışırken muhtemelen bu coğrafyanın nadiren tanık olduğu bir ittifakı tetikledi. Ancak bu ittifakın mahiyeti müzakere edilmiş bir ittifak olarak ortaya çıkması değil, her muhalif unsurun kendi menşeince aynı soruna karşı geliştirdiği müstakil tepkiselliklerle mayalanmış olmasıydı. Yani Laclau&Mouffe’un7 'eklemlenme' olarak andığına benzer şekilde… Bu bağlamda, bambaşka coğrafyalarda bambaşka değişkenlerle süregeldiği üzere, bu coğrafya özelinde de örneğin salt LGBTİ+, kadın, Kürt yahut Alevi kimlikleri 'kayıp bir birliğin' parçaları olarak özgülleştirilemez. Yahut bu kimlikler ve bu 'eklemlenme anı' kendilerini aşan bir bütünlüğün zorunlu momentleri değildir. Bahsi geçen queer ittifak anı gibi eklemlenme anları 'neredeyse hep' olumsaldır ve bu anlarda ne mutlak sabitlik ne de mutlak sabit olmayış olanaklıdır. Hutbe’nin ardından gerçekleşen eklemlenme -barolar, sivil toplum örgütleri, toplumsal muhalefet bileşenleri- bu nedenle bizim için 'etik bir yanyanalığın' potansiyelini açığa çıkarmaktadır.

Ancak bu eklemlenme aynı zamanda ikinci düzlemde de gerçekleşmek zorunda. Zira 'yüzde 99’unun Müslüman olduğu' söylenegelen bu coğrafyada “Sadece inançlıları ilgilendiriyor” denilen Hutbe’nin muhatabı olan 'ideal' ailelerin LGBTİ+ çocukları vardır ve bu nedenle bu hutbe ebeveyn zorbalığını pekiştirir. Yanı sıra iktidar lehçesiyle varsayılan 'yarılmanın' aksine LGBTİ+ Müslümanlar da vardır. Ve ayrıca varsayılan ikiliği (Müslümanlar vs. LGBTİ+’lar) benimsemek ancak İslam’ın tek bir yorumunu veri saymaktır.

Ve son 'tartışma-eklemlenme-ittifak' hattı bu bağlamda bir patikadır, nefret söyleminden mustarip 'günah keçilerinin' yol hattıdır. Üstelik Anayasa'nın 136. Maddesi'nde “Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” şeklinde görev tanımı yapılan bir kurumun sadece hudutlarını sorgulamaya yönelik değil, aynı zamanda varlığını da sorgulamaya yol alan bir patikadır bu.

1 http://www.kaosgldernegi.org/etkinlikdetay.php?id=7281
2 http://www.kaosgldernegi.org/yayindetay.php?id=275, http://www.kaosgldernegi.org/yayindetay.php?id=274
3 Girard, René, Günah Keçisi, Kanat Yayınları, İstanbul, 2005
4 https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/29501/diyanet-isleri-baskani-erbas-cuma-hutbesinde-tum-insanliga-cagrida-bulundu
5 https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/29510/din-isleri-yuksek-kurulundan-aciklama
6 https://www.kaosgl.org/haber/erdogan-dan-diyanet-aciklamasi
7 Laclau, Ernesto; Mouffe, Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2012, İstanbul