Sinema tutkusu oldukça, idealistler oldukça, meselemiz ve anlatmamız gereken öyküler oldukça elbette filmler çekilecek. Dijital platformlar, büyük ve köklü stüdyolarla yer değiştirecek belki, sinema, salonlar yerine, evleri merkezi belleyecek. Diyeceksiniz, büyük konuşmaya lüzum yok ancak dönüşüm kaçınılmaz.

Huylu huyundan vazgeçecek!

ALPER TURGUT

İşçinin vatanı olmaz derken, meydanları zapt edeceğimizi söylerken ne ara emekçi bayramında balkondayız pozisyonuna geçtik, orası muamma. Emekçi ‘tatil günü’ demez, harıl harıl çalışırdı zaten, şimdi salgında da ter döküyor, emeği itinayla sömürülüyor. Peki, büyük bir risk altında, resmen ücretli kölelere çevrilen emekçiler, kendi bayramlarını neden kutlayamıyor? Sakın ha, ama kamu, sağlık, pandemi filan demeyin, tarlalarda, fabrikalarda, inşaatlarda dip dibe çalışırken çalıştırılırlarken söyleyecektiniz lafınızı, ah bu ikiyüzlü haller, ah bu samimiyetsizlik, ah! Birçok ülkede emekçiler, sosyal mesafelerini koruyarak alanlarda toplandılar, birlik, dayanışma ve mücadele gününü, kısmen buruk da olsalar kutladılar, ne mutlu onlara. Bizdeyse bir avuç insanın üstüne, adeta çullandılar, kanlı 1 Mayıs tarihimizi göz önüne alırsak, asla şaşırtmadılar.

Bu yazıda, çekim sektörü (sinema, dizi, reklam vs.) ne olacak üzerine ahkam kesmek istiyorum, izninizle. Öncelikle dizilerin kendini kurtarmasının daha kolay olduğunu, reklamın da ihtiyaca göre şekil alacağını söyleyelim. Asıl dert sinemada, beyazperde harbiden zorda ve darda, geleceği pek parlak değil! Sinemada bir tutkudur, buna şüphe yok, lakin aynı zamanda alışkanlıktır, başlı başına. Yazlık sinemalar alışkanlığımız idi, sokaklara açılan sinemalar da keza öyleydi. Sonra bir baktık, kendimizi AVM içindeki yeni, modern, konforlu, teknolojik, temiz sinema salonlarında bulmuşuz, ah vah ettik, olmaz böyle şey dedik, bir süre sonra şuursuzluk yine nüksetti, kendimizi hop adapte ettik. Yani ıkına sıkıla, yani nazlana nazlana, yani ite kaka, ancak huylu huyundan vazgeçebiliyor işte en sonunda.
Tüketim çılgınlığının eğlencesi AVM sinemasına, hadi modern, teknolojik ve konforlu dedin, tamam, peki, neden olumlar gibi temiz dedin? Ben sokağa açılan sinemaları çok seviyorum, ama onlara kutsal muamelesi de yapmayacağım haliyle, hem boşta bırakıp, çivi çakmayıp, küfe, sidiğe, neme teslim olmalarını alkışlamak zorunda da değilim hani. Tedavisi mümkün olmayan bir sinemaseverim, ancak enayi de değilim! Sığamadığım daracık koltukta, kötü bir perdeyi, anlamsız bir açıyla seyretmeye debelenirken üstüne de kötü ses tesisatı sebebiyle kulaklarımı kanatacağım, oh ne güzel film bu böyle! Bağımsız filmleri, bağımsız salonlarda seyretmek, ihtiyacımız buydu, tekele teslim olmamak, eski salonlarımızı dönüştürmek, değiştirmek, geliştirmek idi mesele, beceremedik.
Salgından önce 10 milyon seyirci, hay sizin yapacağınız işe diye, hani göstere göstere sinema salonlarını terk etmişti zaten, şaka değildi, patlamış mısır, cips ve gazlı içecek üçgenine kurban edilmişti seyir zevkimiz. Kötü projeler bıktırmıştı, pahalılık illallah dedirtmişti, reklam işkencesi yormuştu hayli, üstüne gelen yasa, ilaç gibi gelmedi elbette, yanına sansürü de eklemişti, aslolan yapımcılar ve salon sahipleri arasındaki kâr savaşıydı, izleyiciyi düşünen yoktu. Ve ardından pandemi geldi.

Sanat filmi de çekseniz, yemeği, kirası, karavanı, ekipmanı, şu bu ekleyince, günlük 40, 50 bin lira gidiyor, eee bir yapımın çekim süresi, iki, üç haftayı buluyor en az, sonra bu ham malzeme masaya yatırılacak, ses, renk, altyazı derken parayı emdikçe emecek. Peki, böylesi yüksek bir gider, gelire nasıl dönüşecek? Ortada para ödüllü festival yok şimdilik, sanal, elektronik film festivalleri yapılmaya başlandı lakin bu yaramıza merhem değil, sinema salonları da açık değil, devlet desteği zaten yok, sponsorlar deseniz karabatak gibi şu an, özetle kazanılamayacağı malum olan bu serüvene kimler katılmak ister ki?
Bayramdan sonra yasakların kalkacağı, setlerin tekrar canlanacağı söyleniyor. Hatta şimdiden kast çalışmaları başladı, tarihi figürler var, büyük ve düşük bütçeli işler var. Bunlar film değil dizi, elbette. Çünkü televizyon hâlâ bir arzu nesnesi, diziler de onun albenisi. Ta Dominik’te çekilen TV şovu, inanılmaz reytingler alıyor, canlı diye, dışarda insan koşuyor, yüzüyor, hopluyor, zıplıyor diye eski filmler ve dizileri sömürmek de bir yere kadar, yeniyi arıyor insan, ister istemez.
Hal böyleyken bu yaz, çekebildikleri kadar dizi çekecekler, sonbaharda yeni bir dalga gelir, salgın bizi yine kapatır diye, hummalı bir çalışma içiresinde olacaklar, besbelli. Reklam, tüm dünyada, insanı azaltıp doğayı, hayvanları, bitkileri, nesneleri çoğaltarak çekiliyor artık, bütçeyi köpürtme devri şimdilik askıya alınmış, satılmayacak şeyin reklamından çoktan vazgeçilmiş. Korona, kapitalizme façayı attı, anında karizması gitti. Şimdi eski güçlerine kavuşmak, şaşaalı günlere ulaşmak için plan üstüne plan yapıyordur dünyayı yönetenler, haliyle reklam denen etkili silahtan vazgeçmeleri, harbiden aptallık olur. Önlerini gördükleri an yüklenecekler, hunharca.

Kışın dizi çekilir, yazın da film. Bu bizim memlekete dair değişmeyen klişemiz. Bu yaz da dizi ve reklam çekilecekse, zavallı filmler ne olacak? Bir film eleştirmeni olarak, sinema adına umut kalmadı diyerek, kötümser bir resim çizecek değilim. Sinema tutkusu oldukça, idealistler oldukça, meselemiz ve anlatmamız gereken öyküler oldukça, elbette filmler çekilecek. Dijital platformlar, büyük ve köklü stüdyolarla yer değiştirecek belki, sinema, salonlar yerine, evleri merkezi belleyecek. Diyeceksiniz, büyük konuşmaya lüzum yok, ancak dönüşüm kaçınılmaz. Bilesiniz. Bu sene, internette gösterilen filmler de Oscar’a aday olabilir dedi koskoca akademi, onlar da bu fırtınaya karşı koyamayacaklarına ikna oldular nihayet.

Evet, dijital dünya ve internet çağı, kabuk değiştirmeyi şart koşmuştu. Yavaş yavaş hemen her şeyi ele geçiriyordu sanal, gerçekle yer değiştiriyordu. Salgın harbiden imdadına koştu, dönüşüm aniden hızlandı. Artık bu gazla, durmayacak, yarattığımız dünya, bizi evlerimizde esir alacak. Ya olur mu öyle şey, tutsak olamaz insanlık demeyin, kesim hüküm vermeyin, Lidyalılar, parayı icat ettiğinde, insanlar, hayatı kolaylaştıracak diye gayet memnun oldular. Para onlar için yeni bir oyuncaktı, sonradan kim kimin oyuncağı oldu, anlaşıldı. Benzer işler aslında, insan kendini çok önemsiyor hâlâ, canının yanması pahasına, inadına.