SONER SERT Geçmiş yıllarda dergilerde öykülerini okuduğumuz, senarist ve anlatıcı Merve Göntem’in ilk kitabı Kurumuş Yeşil Bitkiler, Yitik Ülke Yayınları’ndan geçen günlerde çıktı. Göntem’in dizi ve sinema filmlerinde edindiği deneyim ve sinema okumasının okumanın sağladığı hikâyeleştirme bilgisinin bu kitabı etkilediğini söylemek mümkün. Sinematografik anlatımın baskın çıktığı, cümlelerin bir senaryo metni edasıyla okurun kafasında birer görüntü […]

Hüzünden mizaha doğru giden bir yol

SONER SERT

Geçmiş yıllarda dergilerde öykülerini okuduğumuz, senarist ve anlatıcı Merve Göntem’in ilk kitabı Kurumuş Yeşil Bitkiler, Yitik Ülke Yayınları’ndan geçen günlerde çıktı. Göntem’in dizi ve sinema filmlerinde edindiği deneyim ve sinema okumasının okumanın sağladığı hikâyeleştirme bilgisinin bu kitabı etkilediğini söylemek mümkün.

Sinematografik anlatımın baskın çıktığı, cümlelerin bir senaryo metni edasıyla okurun kafasında birer görüntü olarak yansıması, yer yer öfkeli yer yer dingin anlatımın bir bütün olarak aktarıldığı kitap, bir büyüme hikâyesini anlatıyor.

Defne’nin annesi, babası ve küçük kardeşi M.’yle olan ilişkisinin anlatıldığı kitap, aile mefhumunun sosyolojik ve psikolojik varoluşunu ve biçimlenişini, kurmaca olandan yola çıkarak ele alıyor. Defne’nin yazar olmaya karar verişi ve sonrasında yayınevleriyle olan “mücadelesi”, büyüme hikâyesinin anneannesinin ölümü ile tamamlanması, bugün, 20’li yaşlarında olan gençlerin kendi kişisel gerçekliklerini de bulabilecekleri bir yapı üzerine kurulmuş. Türkiye’de yaşayan, bir sorunlu aileye mensup olurken, büyümeye meyletmek zorunda kalan Defne’nin şahsında, kendi içimizde yaşayan ve hiç ölmemeye kararlı olan küçük çırpınışları görüyoruz. Göntem’in kalemi sayesinde, hüzün dolu hikâyeyi yer yer sırıtarak okusak da, bir solukta bitirilen bu akıcı kitap, yepyeni bir yazarı müjdeliyor.

Göntem, kitabında kayıp bir ergenliği de imliyor. Buhranlı ve kasvetle geçen günleri, bir çıkışsızlık haliyle okura hissettiriyor. “Günlüklerim histeri krizine dönüşüyordu günden güne. İpek Ongun’un bütün serisini okumama rağmen Tezer Özlü’ye özeniyordum. On yedi yaşında nihayet intihar ettim. Ölmeyi hiç istemeden üstelik.” Göntem’in ana kahramanı Defne’nin, yazarak sıyrıldığı bu yol, edebiyatın ya da daha da genişletirsek hikâye anlatmanın bir kurtuluş yolu olarak temsil edilmesiyle de karşılık buluyor. Sanat, hayat kurtaran bir varoluşa dönüşürken, anlatıcı olan hayatta kalma savaşını kazanıyor.

Göntem’in kaleminde dikkati çeken bir başka nokta da, bir büyüme hikâyesi anlattığı kitabında anlam mefhumunun ayrıca üzerinde durması oluyor. Büyümeye başladığımız ilk andan itibaren bir tanımlama ve/ya kodlama merakına bürünmemiz ve her şeye bir isim takmaya çalıştığımız düşünüldüğünde, Göntem’in hikâyesi ve anlatım tarzı ayrıca öne çıkıyor. Yazar, bu mesele üzerinde titizlikle duruyor ve “anlam”ın üzerine düşünmemizi istiyor. “Çünkü insan anlamak istiyor. Anlayamadığı yerleri de uyduruyor. Sonra uydurduklarına inanıyor. Öyleymiş gibi yapmak bazen daha iyi geliyor, bazen daha fazla acı veriyor.”

“Bıçkın” diliyle mizahı harmanlayan ve çok iyi bildiğine emin olduğumuz sokakları da ele aldığı hikâyesinde Göntem’in ilerleyen yıllarda yazacağı roman ve öyküler, anlatacağı hikâyeler şimdiden merak konusu…