“Siyah cübbeli sakallı molla sandalyelerin önüne kurulmuş portatif ses sisteminin mikrofonuna doğru yürüdü, konuşmaya başladı: ‘Sizin muhtemelen Mavi Cin olarak bildiğiniz kişiyle, ki şu anda sağımda görüyorsunuz, kaderinizin ne olacağı meselesini konuştum. Durumunuzu şeriata uygun biçimde halletmek üzere davayı bana ve molla kardeşlerime devretti. Biz de, suça ortaklık ettiğiniz için hepinizin idamına karar verdik. Küçük çocuklarınız sizden alınıp düşmanlık ettiğiniz topraklara götürülecek. Kadınlarınız ve 12 yaşından büyük kızlarınız Peştun askerlerine ganimet olarak dağıtılacak. Yamato ve Doha’nın temsilcisi olan Bay Yamaguchi ve Bay El Ajami,’ molla başıyla uzakdoğulu adamı, sonra da diğerini işaret etti, ‘bu kadın ve kızlardan bazılarını askerlerden satın almak isteyebilir. Mavi Cin’le konuşurken bu konuda herhangi bir dini mahzur olmadığını, hepinizin kafir olduğunu ve karılarınızın da köle olarak satılabileceğini kendisine belirttim. O da dedi ki, ‘yasaya uygun olduğu müddetçe benim için sıkıntı yok.’ Peştun askerler küçümseyen bakışlarla sırıtarak kadınları pazar alanına doğru itelerken kalabalıktan vahşi ve yürek burkan iniltiler yükseldi. Aziz, karısı fahişelik yapsın diye satılıp tecavüze uğramayacağı için ani bir rahatlama hissetti.”

Bu satırları bir romandan aldığımı söylemesem gerçek olduğunu düşünebilirsiniz çünkü bugün tam da böyle bir coğrafyada yaşıyoruz. Türkiye’nin resmi sınırlarının hemen ötesinde, hem de Türkiye’nin desteğiyle yukarıda anlatılanlar bir bir gerçekleştiriliyor. Oysa bu satırların bulunduğu Tom Cratman romanı A Desert Called Peace (Huzur Dedikleri Çöl) 2007’de yayımlandı; Beşir Esad’ın henüz Beşşar Esed’e dönüşmediği, bazı komşu ülkelerin de yardımıyla Suriye’nin henüz parçalanmadığı, tarihin en insanlık dışı terör örgütü IŞİD’in henüz ortaya çıkmadığı bir dönemde… Bu tuğla gibi romanda (1024 sayfa) günümüzden 500 yıl sonra Terra Nova adlı dünya benzeri gezegende yaşanan din merkezli paylaşım savaşlarını anlatan Cratman, ‘Selefi İhvanlar’ adlı bir örgütün yürüttüğü cihad zulmü üzerinden “İslam huzur ve barış dinidir” söylemini tartışmaya açıyor.



Cratman’ın 2008’de yayımlanan bir romanı daha var. Caliphate (Halifelik) adlı bu kitapta da yaklaşık 100 yıl sonrasının ‘fethedilmiş’ Avrupasını görüyoruz. Romanın kahramanlarından biri altı yaşında bir kız çocuğu: “Petra annesinin ısrarıyla burka giyiyordu. Annesi şöyle diyordu: ‘Efendi’ler bazen bazı şeylere çok uzun süre bakar. Sen güzel bir kız çocuğusun Petra. Bunun ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar küçüksün ama seni görmelerine ve dokuz yaşına bastığında almak üzere listeye eklemelerine izin vermemeliyiz.”

Müslümanların hakimiyeti altındaki bir Avrupa’da yaşananların anlatıldığı romanda Petra’nın okulunda dersler şöyle işleniyor: “Cizyemizi ödemeliyiz. Şeriata uymalıyız. Kölelik cihadın ve cihad da İslam’ın bir parçasıdır. Şeriata göre kapanmalıyız. Allah’ın emrine uyarak babamıza, kocamıza ve diğer efendilerimize itaat etmeliyiz.”

Bu tür anlatılar bugün ‘İslamofobik’ olarak adlandırılıyor. Bu sözcüğün büyülü bir gücü var; bir şey ya da birisi hakkında ‘İslamofobik’ dendiği an, kimsenin bu fobinin kökenini -İslamofaşizm’i- sorgulamaya cesaret edemediği bir alana girmiş oluyoruz. Oysa bu ‘fobik’ler bunları bir yerlerinden uydurmuyor. Buyrun, roman kahramanı Petra’nın okulda öğrendiklerinin gerçek kaynağı: “Bunlar (İslam’ın köleliğe karşı olduğunu söyleyenler) değersiz yazarlardır. Alim değillerdir, cahildirler. Kim böyle şeyler söylerse o kafirdir. Kölelik İslam’ın bir parçasıdır. Kölelik cihadın bir parçasıdır ve İslam var oldukça cihad da olacaktır.” (Prens Mutaib Camii İmamı Salih Al-Fawzan, Riyad, 2003)

Yani aslında İslamofobiklerin çoğu varlığını dünyayı kafalarındaki İslam’a göre biçimlendirmeye çalışanlara borçlu; ‘kafir’ dediklerini köleleştiren veya öldüren teröristlere, Allah düşüncesine uymayan her türlü bilimsel düşünceyi lanetleyip eğitim sistemini İslamileştirmek için uğraşan bürokrat ve politikacılara, kendi kız çocuğuna şehvet duyan adamlar için ‘uygundur’ fetvası veren din adamlarına... Kimse üstüne alınmıyor tabii ama gerçek bu...