ÖNDER KULAK Bugün kendini iktidar ve onun dayattığı yaşam karşısında konumlandıran, halktan önemli bir kesimin özlemleri, Antik Yunan felsefesinden anımsanan ve daha sonra Roma felsefesinde de konu edilen euthymia kavramıyla açıklanabilir. Türkçesi görece huzur olarak karşılanabilen euthymia, insanın endişe, korku gibi duyguların aşırılık halleri ve elbette her birinin maddi nedenleri tarafından belirlenmediği bir koşula işaret […]

Huzur nasıl kazanılır?

ÖNDER KULAK

Bugün kendini iktidar ve onun dayattığı yaşam karşısında konumlandıran, halktan önemli bir kesimin özlemleri, Antik Yunan felsefesinden anımsanan ve daha sonra Roma felsefesinde de konu edilen euthymia kavramıyla açıklanabilir. Türkçesi görece huzur olarak karşılanabilen euthymia, insanın endişe, korku gibi duyguların aşırılık halleri ve elbette her birinin maddi nedenleri tarafından belirlenmediği bir koşula işaret eder. Bu bağlamda huzurlu olmaktan beklenen, kişinin baskı altında kalmaksızın kendisi yararına olduğunu düşündüğü kararları alarak, yaşamında dinginlik ve süreğenlik içinde adımlar atabilmesi şeklinde değerlendirilebilir.

Kişilerin huzurlu olmaya duydukları özlem, özellikle birtakım hayıflanma anlarında varlığını hissettirir. Örneğin bir tekstil fabrikasında çalışan işçi, hiç değilse geçim sıkıntısının ağırlığını günbegün hissetmediği eğitim, sağlık ve kültür imkânlarından dilediği ölçüde yararlanabildiği bir yaşam isteğine bağlı olarak, çocuklarına daha fazla zaman ayırmanın hayalini kurabilir böylesi bir anda. Bu ve pek çok istemin tikelliği, özgünlüklerinin yanı sıra, nihayetinde toplumsal istemlere bağlıdır ve toplumsal istemler, büyük kümelerin “huzurlu olma koşulu”ndan ne anladığını en iyi biçimde yansıtan içerikleri ortaya koyarlar.

Birey, eğer yaşamını emeğine dayanarak sürdürüyor ise, hangi form altında olursa olsun, kapitalist toplum ilişkileri nezdinde tam bir huzurluluk haline kavuşması beklenemez. Kaldı ki kapitalist ilişkiler, yapısal anlamda, işçinin ve birçok halk kesiminin huzursuzluğu üstüne kuruludur. Dolayısıyla huzurlu olma koşulu, işçiler ve halk için kendiliğinden değil ancak kazanılan bir gerçeklik olabilir. Bunun yakın zamandaki küçük ama dikkate değer bir örneğine, seçim sonrası süreçte tanık olunmuştur.

Seçim sonrası

Seçimin sonuçlanmasıyla beraber, halkın büyük kısmında bir memnuniyet hali söz konusuydu. Pek çok kimse, seçimlerde önemli kazanımlar sağlandığını düşünüyordu.

“Kazanılanlar” noktasında sınıf ve halk yararına neler elde edildiği ve daha sonra neler elde edilebileceği tartışması ve çeşitli eleştiriler bir kenarda dursun, bireylerin kendilerini memnun hissetmelerinin başlıca nedenlerinden birinin de, halka yönelen baskının kazanılan mevziler sayesinde azalacağı ve böylece hiç değilse kimi “nefes alınabilir” alanlar açılmasıyla bir parça huzur sağlanabileceği inancı olduğu aşikâr.

Kişiler, kendilerine toplumsal anlamda yararı dokunabileceğine inandıkları adaylara oy vermiş, neticesinde destekledikleri adayların seçimleri kazanmalarına tanık olmuşlardır. Ancak esas önemli olan, hâlihazırda yeterince sınırlanmış olan seçme haklarının herhangi bir dayatmayla bütünüyle ellerinden alınmasına karşı, yekûn bir savunmanın parçasını oluşturmuş olmalarıydı. Başka bir deyişle, edindiklerini düşündükleri bir parça huzurlu olma koşulunu bekleyerek değil bir mücadele sonucunda kazanmışlardır. Bu mücadele sürecinde bireylerin olumlu, olumsuz pek çok etkenle karşılaştıkları söylenebilir. Bunlar arasında endişe, korku gibi duyguların aşırılık halleri ve bunları doğuran tehdit ve saldırı gibi maddi karşılıkları da söz konusuydu. Ancak halk nezdinde, öteki etkenler gibi son bahsedilenlerin de, sonunda ulaşılacak olan belirli bir euthymia için göze alınan bedeller olarak benimsendikleri belirtilebilir pekâlâ.

Halk, öyleyse, geleneğinde ve belleğinde çok daha büyük örnekleri bulunan bir fiili, bir kez daha gerçekleştirerek, gücünü ve dolayısıyla verili olumsuz koşullar karşısında huzurun beklenilen değil kazanılan bir gerçeklik olduğunu, uzun bir sürenin ardından yeniden anımsamış ve bunu karşısındakilere de anımsatmıştır.

İptal kararı sonrası

Seçimlere ilişkin halktaki memnuniyetin en büyük nedeni kuşkusuz İstanbul sonucuydu. Dolayısıyla İstanbul’daki seçimlere ilişkin iptal kararı verilmesi, kişilerdeki memnuniyet halinin aşınmasına ve yeni bir huzursuzluk halinin ortaya çıkmasına neden oldu. Fakat halk, sahiplendiği bir sonucun haksız biçimde gasp edildiği bilinciyle, iktidar karşısındaki psikolojik üstünlüğü de, topluma dayatılan tüm huzursuzluk koşuluna rağmen korumuş halde. Bu nokta tam da örgütlü kesimin işini, bundan sonra olacaklar için kolaylaştıran bir olanağa işaret etmektedir.

Kişilere, 31 Mart’tan 6 Mayıs’a süregiden seçim örneğine dayanarak, siyasi edilgenliğin neden reddedilmesi gerektiğinin anlatılması, netice alınması mümkün bir çaba olacaktır. Bu anlatıda, her şeyden önce, verilen mücadelenin seçimlerin ötesine taşınan kısımlarına dikkat çekilmelidir. Öyle ki sandıkların korunmasından yerinde reflekslerde bulunulmasına, gaspın teşhir edilmesine ve tepkilerin yerellerde örgütlenmesine, halk arzuladığı huzur için etken bir güç olarak, sadece bir oy vermenin ötesinde hareket etmiştir ve etmektedir. Bu çabaların seçimleri aşan karakterinin iyiden iyiye anlatılması ve kavranması, bundan sonraki olası kazanımların anahtarını verecektir. Zira örgütlü, örgütsüz pek çok halk kesiminin kendi özgücüyle daha fazlasını yapabileceği öngörüsüne erişmesi durumunda, daha ileri adımlar atmaktan çekinmeyeceği ve birçok sonucu göğüsleyebileceği düşünülebilir.

Halkın seçim sürecindeki çabasının salt seçim sınırları dâhilinde değerlendirilmesi, verili adaletten yoksun seçim mekanizmasını pekiştirmekten ve kişileri, sonucu ne olursa olsun, seçimlerin akabinde yeniden edilgenliğe itmekten fazlası olmayacaktır. Böylesi bir bakış açısının ne düzen karşıtı ilişkilerin inşasına katkı sunması, ne de olası bir başka gaspa karşı koyması mümkün değildir. Bu nedenle önümüzdeki günlerde, sınıfın örgütlü kesimlerinden hem halka euthymia koşulunun kazanılmasında belirleyici etkenin bizzat halkın kendisi olduğunu anlatması, hem de ufku seçimlerle sınırlı anlayışları kıyasıya eleştirmesi beklenecektir.