Huzursuz Ruhlar Şenliği: Sorularla karşılaşmak
Yazar Almula Türedi’nin ilk romanı Huzursuz Ruhlar Şenliği yakında okurla buluşacak. Türedi, Huzursuz Ruhlar Şenliği’ni “Romanda birçok soru olsa da cevaplara okuyan karar verecek” ifadeleriyle özetliyor.
Oğuz ALKAN
Öyküleri her ay düzenli olarak Bavul Dergi’de yayımlanan Almula Türedi’nin ilk romanı Huzursuz Ruhlar Şenliği pek yakında okurlarıyla buluşacak. Almula Türedi ile toplumsal ve bireysel meseleleri birbirleriyle birlikte anlamaya çalışan öykülerinden yola çıkarak; hem öykülerinden bildiğimiz bu temaları, hem yeni kitabını hem de dünyanın bugünkü halini konuşmak için buluştuk.
Kahramanımızın Avrupa’nın farklı şehirlerinde geçirdiği yıllarda yaşadığı kimlik bunalımlarına ve bir kadın olarak yaşadıklarına ilişkinin sorgulamalarına birçok farklı duygu, farklı karakterlerin hikayeleri ve sorgulama eşlik ediyor. Yazar ise bir köşede kıvrılmış duran birçok soruyu dürtmeyi arzulamış olsa da hepsini cevaplamış olmak iddiasında değil.
Dünyayı ve ülkemizi nasıl görüyorsun? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz ve dünyanın bu halinin bir yazar olarak sana düşündürdükleri ne?
Çok kaygan bir zeminde yaşıyoruz, her anlamda. Bir kere ülkenin gündemi çok ağır, yoğun ve insanı sersem edecek kadar hızlı değişiyor. Ne olacağı belli değil. Bir zamanlar “böyle değerler vardır ve bunlara saygı duyulur” denilen şeylerin bile artık saygı görmediği, ciddiye alınmadığı ve hatta bu şekilde davranan insanların hor görüldüğü bir iklimde yaşıyoruz. Öğrendiğimiz her şey, üzerinde dikildiğimiz bir halının altımızdan çekilmesi gibi altımızdan kayıyor ve o halıyla birlikte biz de, yuvarlanıp gidiyoruz, üstümüze de okuduğumuz kitaplar yığılıyor sanki. Böyle bir politik, ekonomik, sosyal iklimde yaşıyoruz bana kalırsa.
İnsanların zamanı yok, dedin. Tam da böyle bir zamanda şimdi bir roman geliyor. Yani okurundan daha fazla emek, derinleşme isteyen bir tür. Nasıl bir roman bekliyor okuru?
Üniversite yıllarımdan beri hayatla ilgili çeşitli sorgulamalarım vardı, düşünceler içerisindeydim, ama daha çok içinde yaşadığım ülke merkezli, kendim merkezli fikirlerim vardı. Daha sonra Türkiye’nin düşündüğüm kadar gündemde olmadığı uluslararası arenanın bir başka köşesine gittim, Belçika’ya ve iş vesilesiyle çeşitli ülkelere. Orada yeniden kendimi ve kendimle ilgili düşünceleri keşfettim. Dünyanın her köşesinde başka düşünüşler, gündemler varmış. Bunu anladım. İlk kitabımda bundan esinlenerek yazdığım bir kısa öykü kitabı idi. Şimdi de ilk romanımda, kendini bir şekilde Brüksel’e yerleştirmiş bir Türk Kadınını anlatıyorum.
Romanın teması ve karakterlerini biraz daha detaylandıralım mı?
Romanın adı Huzursuz Ruhlar Şenliği. Hikâye, hepimizin içten içe huzursuz olduğu bir toplumsal iklime dayanıyor. Kimlik bunalımına düşmüş, kendini bir şeylere başlamak için yaşlı, bir şeylerden vazgeçmek için genç hisseden eğitimli bir Türk kadının Avrupa’da kimliğini arayışı üzerine gelişiyor. Kadın, kaybettiğini düşündüğü ya da bulmayı umduğu şeylerin dışında hayatta bambaşka şeylerin olduğunu görüyor, bu durumun ruhunda yarattığı boşluk üzerine de Brüksel’de bir terapiste gitmeye başlıyor.
Terapist ise her gün daha sonra yine kendisinin cevaplayacağı mektuplar yazmasını öneriyor. O mektupların içinde karakterin Brüksel’de tanıştığı insanlar, Türkler ve diğer ülkelerden gelen gruplarla karşılaşması, yeni tanıştığı Avrupalılarla yaşadığı çekişme ve çatışma, Avrupalıların üstenci ve genelleyici bakışı karşısında kendini yeniden konumlandırma çabası yer alıyor. Avrupa’da Türkiye’de algılandığından çok daha değişik algılanıyor ve bu öğretici olmakla birlikte bir nevi ruhunu zedeliyor...