I Kasım seçimleri üzerine söylenmeyen pek bir şey kalmadı. Muhalefetin başarısızlığı da analiz edildi, AKP’nin başarısı da... Bunlar olağan; ancak bunlar arasında yandaş medyadaki kibirli yazılarla, aba altından sopa göstermeler var ki, çok düşündürücü. Örneğin milli iradeden söz ederken, öteki yüzde 50’yi yok saydıkları gibi, seçimi demokrasiden sayıp öteki demokratik araç ve kurumları devreden çıkarmaktalar. Öte yandan zaferlerini bir seçim zaferinden çok, iki “düşman” arasında bir yarış gibi ele almaları var ki, gelecek açısından korkularımızı daha da büyütmekte.
Bunları geçmek en iyisi. Seçim sonuçlarıyla ilgili analizlere gelince, bir kaç konuya değinmek istiyorum. Örneğin toplum sosyolojisinden söz ediliyor ki, önemli bir değişken olduğuna kuşku yok. Bunun yanı sıra, muhalefetin yıllardır bir iktidar alternatifi yaratamaması gibi bir sorun var ki, stratejik açıdan önemi daha büyük. Kısacası, adaletsiz ve eşitsiz bir seçim süreci yaşadığımız açık; ancak bu süreçten böylesi bir sonuç çıkmasının gerisindeki nedenleri unutmamak gerekiyor.

Muhafazakar ve dindar, devlete bağlı, her şeyden önce istikrar ve güven ihtiyacında olan, güçlü lider arayan bir toplum yapısının, -ki, toplumsal değerlerle ilgili tüm araştırmalar bunları ortaya koymakta- AKP ve Erdoğan’ın kazanmasında büyük rol oynadığı bilinmiyor değil. AKP’nin, başından buyana bu değerleri bilerek ve politikalarını onların üstüne kurarak bu oyunu oynadığı da ortada.

Bunun gibi, 1 Kasım’daki seçimlerde 7 Haziran’dan farklı bir sonuç çıkmasının ardında, 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşanan terör ve katliamların yaratılan güvensiz ortamın payını da kimse yadsımıyor. Yaratılan bu güvensizliğin, hem tek parti iktidarına yönelik istemin hem AKP ve Erdoğan’a yönelik desteğin artmasında önemli rol oynadığı ortada.
Öte yandan, 7 Haziran’daki seçimin AKP açısından bir uyarı anlamına geldiği ve buna karşı, bir yandan politika ve stratejilerinde değişikliklere gittiği, öte yanda giden oyları geri kazanmak üzere yerel düzeyde ciddi çalışmalara yöneldiği görülüyor ki, getirisi olduğu muhakkak. Buna karşın, muhalefet partileri açısından yeni ataklar bir yana, CHP’nin örgütünden dışarı çıkamadığı, HDP’nin ise terörü ve çatışmayı durduracak bir gücü olamadığı görüldü.
Kısacası, muhalif partilere düşen, daha önce de yazılarımda değindiğim gibi, muhalif bir yazar gibi iktidarı eleştirmek değil, bu eleştirilere yanıt olabilecek politikalar üretmektir. Örneğin AKP’nin “iktidara mahkûmiyeti” açıkça karşımızda; 12 yıllık iktidar dönemi ise neler yapılabileceğini epeyce ortaya koymuş durumda. Bunlara karşı, ortada demokrasi ve normal seçim koşulları varmış gibi muhalefet yapmaksa mümkün değil. Ancak toplumu heyecanlandırıp umutlandıracak ve etrafında birleştirecek lider, kadro, söylem ve politikalarla bazı değişiklikler yaratma umudu olabilir.
Oysa CHP açısından, ne Gezi Direnişi’ni, ne köylü ve işçi eylemlerinin siyasete dönüştürmek, ne yolsuzlukları halka anlatabilmek, ne de iktidar karşısında bir alternatif ortaya koyabilmek konusunda dikkate değer ataklardan söz edilebilir. Koalisyon arayışlarını zorlamak açısından da yapılacaklarım tükendiği söylenemez. O nedenle bugün oyların aynı düzeyde kalması gibi bir sonuçla avunmaları, bunca yıldır kendilerine umut bağlayanlara karşı ancak ayıp olur.
MHP açısından bakarsak, koalisyon olasılığını ortadan kaldırarak yaptığı yanlışlığın bedelini oylarının bir kısmını AKP’ye kaptırmakla daha şimdiden ödediği görülmekte. Gelecekte kayıplarının süreceğini düşünmek de zor olmasa gerek.

HDP açısından da ödenen bir bedel var. Kuşkusuz, eşitsiz ve adaletsiz bir seçimden söz ederken haklı olmasına haklılar; ancak böyle bir ortamın yaratılmasında hükümet kadar PKK’nın da sorumlu olduğu unutulabilir mi? Daha önceki yazılarımda da buna değinmiş ve temmuz sonrası artan terör, tekrar yaşanmaya başlanan savaş hali ile PKK’nın, HDP’yi ve oynayabileceği siyasal rolü “sabote ettiğini” yazmıştım. HDP’nin oynayabileceği rol sabote edilince, desteğinin azalacağı da belliydi. Seçim sonuçları bunu gösterdi. Neyse ki, HDP barajı aşıp Meclis’te yer alabildi; siyasal yoldan ve demokrasiyi geliştirmek üzere oynayabileceği bir rol hâlâ var. Umarım, bu kez kazaya kurban gitmez!

Konuşulacak daha çok şey var; onları bir yana bırakıp aramızdan ayrılan Gülten Akın’ı anarak bitireyim yazıyı.

Şu Giden Atlıya Türkü
Ben demedim mi/ Hazırlandılar/ Onların yüz bin kolları var/ Kırbaçları sert, yamçıları sağlam, atları kavi/ Yeğin git kese sür atınla birleş/ Ben demedim mi
Ben demedim mi/ Tekin değil koyaklar, dağ yamaçları/ Yağmur yağar ki sis basar ki kurt iner ki/ Ay bulanığında gümüş rengi çakallar/ Ben demedim mi/ Yalnız gitme demedim mi
Çiğdeme sor, çeşmeye sor/ Tek açan menevşeye sor/ Ayrılık getirir ayrılıklar/ Birleş demedim mi/ Ben demedim mi