Bir ay içerisinde iade ettiğinizde bir malın ücretinin sorgusuz sualsiz geri verilir olması davranışlarımızı nasıl etkiler?

Bir ay içerisinde iade ettiğinizde bir malın ücretinin sorgusuz sualsiz geri verilir olması davranışlarımızı nasıl etkiler? İnsanların çoğunun bunu yapacağını beklesek de, çok küçük bir bölüm malları iade ediyor. Çoğunluk aldığı malı, bazı kusurları da olsa iade etmek konusunda hevesli gözükmüyor. Özellikle, iade etme süresini uzattığınızda, 1 ay yerine 3 ay diyelim, iade oranı yükselmiyor.

Çünkü zaman geçtikçe elinizdekine alışıyor, kusurunu bile benimsiyorsunuz. Malı iade hakkını kullanmak ya içinizden gelmiyor ya da üşeniyorsunuz. Üşendiğiniz ne? Kalk, al, götür, sırada bekle… Eldeki durumla idare ediyor, iade hakkınızı kullanmaktan vazgeçiyorsunuz.

Hediye değiştirme kartı. Artık bir hediye geldiğinde, içinden iade kartının çıkmaması sıradışı. Hediyeyi getiren kişinin zevki size uymuyorsa, seçtiği hediyeyi başka bir hediye ile değiştirmek kaçınılmaz. Kendi aldığı malda bir kusur bulup memnun kalmayan müşteri malı iade etmeye üşenirken, hediye olarak gelen eşyayı beğenmediğinde bu üşengeçlikten eser kalmıyor. Bana nedense hep garip gelmiş bir takım biblolar, evinize getirseler nereye koyacağınızı bilemediğiniz ilginç masa lambaları, iade etmediğinizde hayatınızı zorlaştırabilir. Böyle malların neden var olduğu sorusunu ayrıca irdeleyebiliriz, ama çöpe atmak yerine daha az rahatsız edici bir başka nesne ile değiştirme hakkı kutsal sayılmalı. Kendi satın aldığımız, ama kusurlu ya da işe yaramaz bulduğumuz eşyaları değiştiremememize dönelim.

Üşenmek, bir başka deyişle eylemi yapmak için gereken motivasyonu bulamamak, aldığımız eşyayı yeterince yadırgamamızla ilişkili olabilir. ‘Cognitive dissonance’ diye bilinen düşünce mekanizması, kendimizle ters düşmeyi engelleyen, kendi düşüncelerimizi destekleyen bulgu ve bilgilere ağırlık verirken, düşüncelerimizi çürütücü olabilecek bilgilerden uzak durmamızı tanımlar. İlk bakışta pek de akıl kârı olmayan alışverişlerimizde, yaptığımızın iyi ve doğruluğuna kendimizi inandırmak amacıyla yaptığımız ‘kendine-propaganda’nın ana araçlarından birisi de “iyi ki bunu almışız, iyi ki şöyle yapmışız” ifadeleridir. Hatalı çıkmamak, kendi canımızı sıkmamak ya da kendimize durduk yerde iş çıkartmamak gibi gerekçelere dayandırılabilecek bu davranışın ciddi bir enerji tasarrufu sağladığını söyleyebiliriz.

Başkasının getirdiği hediyeden memnun olmadığımızda hissettiğimiz rahatsızlık ise, kendimizle doğrudan ilgili bir sonuç yaratmaz. Kendi aldığımız bir malı değiştirirken yaşadığımız bir pişmanlık ya da “yine yanlış seçim yaptım” duygusunu yaşamayız. Kendi görüşlerinden, yanlış veya gerçekten uzak olduğunu gördüklerinde bile vazgeçemeyenler, görüş değiştirmeyi aldığımız malın kusurlu ya da işe yaramaz olduğundaki iade işlemine (ya da bu işlemi bir türlü yapamamamıza) benzetmemi beğenmeyebilirler. ‘Döneklik’ ile paralellik kurup, konuyu kapatabilirler.

Yıllarca hayatımızı ya da siyasi çizgimizi üzerine kurduğumuz fikir sisteminin kusurunu gördüğümüzde, bunu değiştirmek için çaba gösterme gereğini hissettiğimizde bizi tutan güç nedir? Statüko mu? Statükoyu çok alengirli bir kelimenin ötesinde görelim. Bir bakıma, oturduğumuz yerden kalkmaya gönülsüzlüğün değişik düzeylere yansıması…
 
Kendimizi rahatsız etmemek, kendimizle ters düşmemek için bulduğumuz avuntular da, bir anlamda statükoyu koruma çabaları. Aldığımız malı iade ettiğimizde kazançlı çıkacağımızı, daha iyi olacağını bildiğimiz halde, son iade tarihini göz göre göre kaçırdığımızda olduğu gibi.