Geçen hafta CHP’ye odaklanarak yaptığım değerlendirmede, geçtiğimiz döneme damgasını vuran ideolojik/siyasi bir yenilgiden söz ettim. 2001 sonrasında yaşanan her yenilgi, CHP’de toplumun muhafazakârlığının aşılamayacağına yönelik bir inancı pekiştirdi ve sağa çekmenin seçilebilir olmanın tek yolu olduğu inancı partinin konumlanışını belirledi. Sonuç olarak kazananı taklit etme stratejisi, esaslı bir ideolojik yenilgiye işaret ediyor ve AKP’nin yaşamakta olduğu hızlı çürüme ve tutarsızlaşma bu gerçeği değiştirmiyor.

Bu nedenle sağa yönelmeyle sonuçlanan öykünme ve taklidin toplumsal tabanda yol açtığı yaralar üzerinde durmak gerekiyor. Bir kez daha İbn Haldun’a döneceğim. Şöyle diyor Haldun; “bu taklit ya bilinçsizce ortaya çıkar ya da muzaffer olanın zaferinin, dayanışma ve güç üstünlüğünden değil, fethedilenin gelenek ve inançlarının zayıflığından kaynaklandığına yönelik yanlış bir düşünceden kaynaklanır. Böyle olunca da taklidin yenilginin nedenlerini ortadan kaldıracağına inanılır.”

CHP’nin tercihlerine tam da bu yanlış teşhis damgasını vurmadı mı? Toplumun büyük çoğunluğunun muhafazakâr olduğu yönündeki tespit, partinin tabanını oluşturan kesimlerin yaşam biçimi ve inanç sisteminden ciddi tavizlerin verilmesiyle sonuçlandı. Desteği garanti görülen doğal taban ihmal edilerek muhafazakârlığa meyledildi. İbn-i Haldun, tam da bu noktada çok açık; yenilgine gerekçe arıyorsan nedenleri toplumsal olanda (gelenek ve inançlar) arama, bakman gereken yer, güçsüzlüğün ve dayanışma ilişkilerindeki zayıflıklarındır diyor.

İbn Haldun’un siyasal başarı açısından işaret ettiği temel belirleyici, dayanışma ilişkileridir. Ancak söz ettiği dayanışmanın bizim Türkçe’de anladığımızdan öte bir anlam ve derinliği bulunduğu gerçeğini kaçırırsak, yaptığı uyarının yaşamsallığını da kaçırmış oluruz. Haldun’un kullandığı asabiyye(t) kavramı toplumların, ilkellikten uygarlığa, kabileden devlete doğru ilerlemesini sağlayan temel toplumsal bağa işaret eder.

Ancak birçoklarının yanlış anladığı gibi asabiyyet, soyut bir dayanışmaya değil, somut düzeyde grup dayanışmasına işaret eder. Tam da bu nedenle asabiyyet toplumsal olduğu kadar siyasaldır da! En güçlü dayanışmayı gösteren grup, kendisini geleceğe yeni toplumsal ve siyasal örgütlenmeler yaratarak taşır. Bu örgütlenme biçiminin en üst düzeyde ortaya çıkış biçimi devlettir. Böylesi bir başarı, nihai olarak süreci tersi yönde de tanımlar; asabiyyetin kurumsallaşmış hali olarak devletin önemli bir işlevi de söz konusu bağları yeniden üretmektir. Nitekim bu bağları yeniden üretmeyi başaramayan devletler/iktidarlar çözülüp, yok olurlar.

Bu uzun açıklamadan sonra konumuza bir kez daha dönecek olursak, iktidar hedefleyen bir parti açısından kuşkusuz siyasi müzakereler, ittifaklar ve diğer toplum kesimlerinin desteğini almak önemlidir. Ancak tüm bunlardan önce gelen toplumsal tabanının güçlü asabiyyet ilişkileri etrafında serpilmesini sağlamaktır. Siyasetin ve devlet olmanın (Gramsci’nin hegemonya tanımına yaklaşan biçimde) ön koşulu siyasal liderliğiyle birlikte ve bir proje etrafında tabanın toplumsal alandan çıkıp siyasallaşmasıdır. Bunun için enerji liderlik kadar, toplumsal tabandan da gelmek zorundadır.

Din ve din etrafında örüntülenen bağ ve kurumların bu tür bir dayanışma ilişkisi için sağ iktidarlara önemli bir avantaj sağladığından hiç kuşku yok. Durkheim, Vico gibi İbn Haldun’da dini altyapıyı asabiyyetin yeniden üretilmesi açısından önemser; ancak onların tersine Haldun, dini temeller üzerinde yükselmeyen bir asabiyyetin de mümkün olduğunu vurgular.

1960’ların ortasından 1980’lerin başına kadar olan dönemde bütün sorunlarına karşın başta CHP olmak üzere sol cenahta olan tam da budur; 1980 sonrasının en önemli kaybı da! CHP tabanı uzun bir süredir siyasetin sayılarına dönüşmüş durumda, aktif bir siyasi özne olmaktan uzak tutuluyor ve tutuldukça da örgütlü bir güç ve bir dayanışma topluluğu olmanın uzağına düşüyor.

Geldiğimiz noktada AKP projesi tam da Haldun’un altını çizdiği nedenlerle çözülürken, CHP açısından stratejisini yeniden düşünme zamanıdır. Geçtiğimiz dönemde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı için düşünüldüğü bir durumdan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun isminin aynı görev için sınandığı bir duruma gelinmesi bu yönde bir adımın işareti olarak görülebilir mi? İşaretler tek bir öğeden oluşmaz; eğer bu tür bir manevra anlamlı olacaksa, son döneme damgasını vuran toplumsal tabanını ihmal eden yaklaşımın da terk edilmesi gerekir.

İzin verin tabandaki asabiyet yerini asabiyyete bıraksın…