Gerçekten ibretlik dava ve dünyada bir örneği daha olduğunu sanmıyorum.

Yaklaşık 2000 yılından beri üniversite camiası içinde bulunarak, spor faaliyetlerine çalıştırdığım veya sorumlu olduğum takımlarla katılım sağlarım.

Tıpkı Yeditepe’den Taner Hoca, Ticaret’ten İbrahim Hoca, Koç’tan Serdar ve Mehmet Hocalar, İstanbul’dan Murat Hoca, Sabancı’dan Vahit ve Uğurtan Hocalar, Özyeğin’den Deniz Hoca ve Aydın’dan Selin ve Kenan Hocalar gibi…

Zamanın şahitliğini beraber yaptığımız hocalar olduğu için isimlerini anmam gerekirdi.

Tabii en önemli işbirliği yaptığımız TÜSF Başkanı Sayın Kemal Tamer ve Genel Sekreteri Sayın Erdoğan Çelebi de bizim zamanın şahitleridir.

Ama en önemli kader birliğini sporcu arkadaşlarımla, özellikle futbolcularla yaptığımı belirtmek isterim.

Üniversitenin başarısı için yaptığımız fedakarlıklar ve ortaya koyduğumuz mücadeleyle elde ettiğimiz sonuçlar büyük bir emeğin ürünüdür.

13 yılda Haliç Üniversitesi’ne katkılarımız bizler için ömür boyu taşıyacağımız bir prestijdir.

Tabii burada bizim önümüzü açan o dönem Mütevelli Heyeti Başkanı Sayın Gündüz Gedikoğlu’na saygılarımızı sunmak zaruri bir ihtiyaçtır. Çünkü çevresinde bize karşı oluşan tüm olumsuzlukları (buradaki şahısları sonra açıklayacağım) bertaraf ederek bizlerin yanında oldu her zaman.

Özellikle Avrupa ve Türkiye şampiyonluklarından sonra motive etmek adına ekibi ödüllendirmekte hiçbir zaman tereddüt etmedi.

Bu ödüllendirmeler her zaman üniversitenin mevzuatı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

Tabii davayı merak ediyorsunuzdur, evet oraya gelelim...

2010 yılında Haliç Üniversitesi Futbol Takımı ikinci defa Avrupa ve üçüncü defa Türkiye Şampiyonu olmuştu. Gündüz Bey üniversitenin yasal mevzuatı çerçevesinde takıma ödüller vermişti, o esnada beni de yanına çağırarak belirli orada başarı primi vereceklerini söylediğinde; fakültenin ve kendinin takdiri olduğunu söyleyerek teşekkür edip yanından ayrılmıştım.

Ve netice itibariyle 2011 yılında başarı primi olarak iki ayrı ödeme tarihli zaman diliminde benim hesabıma para yatırıldı.

Tabii buraya kadar bir şey yok!

Asıl süreç buradan sonra başlıyor;

2012 yılında Bizim Lösemi Çocuklar Vakfı’nda seçim oldu. Gündüz Bey Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

Sayın Sinan Artan’ın göreve gelmesi ve daha sonra yaşanan kriz çerçevesinde görevi bırakmak zorunda bırakılması, yeni bir seçimin yapılmasıyla farklı bir Mütevelli Heyeti oluşumu geçekleşti.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu?

Haliç Üniversitesi farklı bir kimlik ile karşı karşıya kalmıştı. İster buna “yeni” deyin, ister “eski” deyin ne derseniz deyin ama içerik olarak tamamen bir ticari yapı oluştu.

En büyük icraat kendi yapılarına uymayan(!) 70 emekçinin işine son verilmesi oldu, ne hikmetse bu kişiler (ben de varım) en eski ve en büyük emeği veren kişilerdi.

Neyse bu bir ilişkiler stratejisidir.

Bir gün bunu bize hocalar hocası(!) Kut Sarpyener açıklar da; tüm evlatları da buradan ibret çıkarır, çünkü hayatı öğrencilere bir şeyler anlatarak geçmiştir!

Tabii ki işten çıkartılanların büyük çoğunluğunun tazminatları bu “yeni” yönetim tarafından verilmeyerek iş akitleri feshedildi.

Ciddi şekilde birbirimize destek vererek sosyal haklarımızı geri kazanmak için davalar açmaya başladık.

Ve yasal haklarımı talep etmek üzere dava açtıktan hemen sonra bana noterden ihbarname geldi. Üniversiteye maaş avansı borcum varmış!

Hiçbir maaş avansı talebim olmadan ve avans vermek için yerine getirilmesi gereken prosedürler yerine getirilmeden nasıl maaş avansı aldığımı ve borçlu olduğumu tabii ki sizler gibi ben de merak ettim.

Meğer bu borç bana verilen primmiş…

Evet, yanlış duymadınız bana verilen başarı primini benden maaş avansı borcu olarak geri istiyorlar ve davası da görülmeye başladı.

Dava konusunda yorum yapmayacağım.

Bu kadar çünkü dava devam ediyor.

Tek tavsiyem; sevgili hocalarım şu dönemde sakın takımınızı şampiyon filan yapıp başınızı belaya sokmayın!

Hele hele “yeni” değilseniz.