İç düşman: solcu, Alevi, Kürt

“Toplantıda Maraş’daki Alevilerin ve sol grubun son zamanlarda ülkücü ve Sünniler üzerindeki baskılarını artırdıkları gerekçesiyle, bunlara bir ders vermenin zamanı geldiği belirtilerek ilk önce sol gruba mensup Alevilerin meskun bulunduğu mahallelerde, ileri gelenlerin adresleri tespit edilmiş daha sonra tespit edilen adreslere eylem yapacak şahıslar belirlenmiştir. Müsait bir ortamda eylemin gerçekleştirilmesi için görüş birliğine varılmıştır.”

MİT’in 1978 Maraş katliamı ile ilgili olarak 12 Eylül davasının sürdüğü mahkemeye gönderdiği rapordan yer alıyor bu ifadeler.

Toplantı MHP Maraş İl örgütünde yapılmış ve Ülkücü Gençler Derneği yöneticileri de katılmış. MİT’e göre süreç yalnızca MHP - Ülkücülerce yürütülmemiş. Aynı yılın yaz aylarından itibaren Akıncılar da bölgede solcu, Alevi, Kürtlerin bir Kürt devleti kurma çalışmalarına karşı mücadele etmeye başlamışlar. Akıncılar kim mi? Milli Selamet Partisi’nin yarı resmi gençlik örgütü.

12 Eylül Davası nasıl sonuçlanır?  Mevcut iktidarın bu davadan nasıl nemalanacağına bağlı biraz, ama dava Türkiye’de herkesin bildiği temel sırrın resmi olarak açıklanmasına yarayacağa benziyor.

Türkiye devletinin en az 50 yıldır resmi bir iç düşmana karşı dünyanın en kirli savaşlarından birini el birliğiyle yürüttüğü sırrı.

İç düşman solcu, Alevi ve Kürt üçlüsüne karşı Müslüman, Sünni ve Türk üçlüsünün savaşı.

MİT raporlarında Maraş katliamının el ele veren Ülkücüler ve Akıncılarca işlendiği satır aralarından anlaşılabiliyor. Neden satır aralarından? Çünkü raporları düzenleyenler  her iki grubu kollamak için ellerinden geleni yapmışlar. Raporun diline solcu, Alevi, Kürtlerin nasıl da devlet için tehlikeli olarak kabul edildiği düşüncesi hakim.

Benzer söylem, 1 Mayıs 1977 katliamı ile ilgili raporlar için de geçerli. Eğer 1 Mayıs mitingi olaysız geçerse DİSK’in büyük güç kazanacağı kaygısını dile getiriyor, MİT raporları.

Devletin suç sandığından dökülen bir iki rapor bile Türkiye’de elli yıldır olup bitene dair çok şeyi açığa çıkarıyor. Solculuk, Alevilik ve Kürtlük eşleştirilmiş ve bu düşmanlara karşı topyekün  bir mücadele yürütülmüş.

Mücadele devletin sadece polisi, askeri ve yargısıyla edilmemiş, Sünni Müslümanlar Akıncı, Sünni Müslüman Türkler ise Ülkücüler olarak örgütlenmişler ve devletin düşmanla savaşına legal ve paramiliter olarak destek olmuşlar. Devlet ise bu destek güçlerini polisi, askeri ve yargısıyla koruyup kollamış. Sünni Müslüman örgütlenmeler ile Milliyetçi, Ülkücü örgütlenmeleri koynunda besleyip büyüten devlet olmuş hep.

Ortak düşman komünizm olmuş ve her türden sol eğilim komünistlik olarak görülmüş. Alevi ve Kürtler ise komünist hareketin doğal müttefikleri olarak kabul edilmişler.

Böyle olunca Türkiye’de 1960’larda başlayıp hala sürenin temel olarak antikomünist mücadele olduğu daha da belirginleşiyor.

O zaman taşlar yerine oturuyor. Antikomünist mücadelenin iki destek ideolojisi milliyetçilik ve dincilik olarak inşa edilmiş. 1960- 1980 arası dönemde asli güç Milliyetçilik, 1980’den sonra ise dincilik olmuş.

Aslında bu gerçeği herkes biliyor zaten. Bir ucunda Necmettin Erbakan, Fethullah Gülen diğer ucunda Alparslan Türkeş ve biraz Muhsin Yazıcıoğlu olan iki cephe boyunca devlet sola karşı legal, illegal, açık, kirli bir savaş sürdürmüş.

Mesele sola, Alevilere ve Kürtlere yönelik bir mücadele olduğunda MHP ile AKP’nin hatta CHP’nin nasıl da birleşiverdiklerini bu gün bile görmüyor muyuz? Yoksa CHP’nin başında bir Kürt Alevinin, MHP’nin başında katı bir Atatürkçünün olması sadece bir ayrıntı; tıpkı Erdoğan İsrail karşıtıyken, Gülen’in Mavi Marmara baskını sonrası apar topar gemidekileri suçlaması gibi.  

12 Eylül davasında iki generale ne olacağının bir önemi yok. Ama belki dava devletin sahtekarlıktan vazgeçmesi ve düşman algısını açıkca, dürüstçe ifade etmesine yarayabilir ki o da bir ahlak demektir, hiç değilse.

Yarın 1 Mayıs için Taksim’e gelecek olan “Müslüman solcular” tabi ki hoş gelsinler. Ama biraz bu tarihi bilerek ve yüzleşmeye de hazır olarak gelirlerse sefalar da getirirler.