İçinde bir sıkıntı, sıcağa yaza yormaktayım. Ama bundan bahsetmeyeceğim size. Can baba’yı alıntılıyorum diyeyim siz anlayın...

İçinde bir sıkıntı, sıcağa yaza yormaktayım. Ama bundan bahsetmeyeceğim size. Can baba’yı alıntılıyorum diyeyim siz anlayın. Diğer yandan memleket gündemi malum. Sürmekte bulunan sınıf temelli katliam, son yüz yıldır üzerinde denenmemiş zulüm türü kalmamış bir halk. Cins temelli katlimiz. Ama mevzu bu da değil. Karabasan AKP iktidarının, nasıl bir iktidarsızlık ve yeni yetmelikse artık her gün yeniden ve yeniden üzerimizden tatmin ihtiyacı. Her şeyi ben yaparım olurculuğu. Sınır içinde ve sınır ötesinde bir savaşın emareleri? Hayıııır bunlar da değil! Gündemin şike ile dolup taşması, memleket medyamızın karayılana yakalanması? Cık! Dünyadan bir isyan haberi? Hayır! Sopalı Türkler Londra sokaklarında boy gösterdi göstereli haber edesimiz kalmadı. Konum bu da değil ama Londra’dan konuşurken neden Somali geldi aklıma? Avrupa sağının propagandasından etkilendim belli. Ne araz çıkarsa bu siyahlardan, göçmenlerden biz kara kafalılardan çıkıyor. Fakat neden göçtüler ki bunlar Londra’ya gül gibi memleketleri varken? Al bir de istatistik Birleşik Krallık’ın en büyük göçmen gruplarından biri Somalililer. Somali bin yıllarca, Afrika da ticaretin en önemli merkezlerinden biriyken, pazarlarındaki tahıl meyve, hayvan, et bolluğu Avrupalı gezginlerin parmaklarını ağızlarında bırakırken nasıl oldu da merhamete muhtaç kaldı? 1885’de Berlin’de Afrika’yı parsellemeye kalkanların, oraya “medeniyet” götüren ve silahları ile o kara kıtaya girip ölümle ve çalınacak ne varsa onunla bu kıtayı terk edenlerin hiç mi suçu yok? 1920’lerde Somali kıyılarını döven Britanya bombardımanının bir alakası yok tabii bütün bunlarla. Ya iklim ve çevre felaketleri? Gözü dönmüş sistemin köle ticaretine, ve Afrika’daki insancıl “madenciliğine” dair bir satır bile yazmıyorum dikkat ederseniz.
Eh yeter artık diyorsanız, hazır da çevre felaketlerinden bahsi açmışken ve de Somali son altmış yılın en büyük kuraklığı içinde ölürken, sadede geleyim. Bugünkü konum Kanada’dan Teksas’a çekilecek bir petrol boru hattı. 1.700 millik ve günde 1.1 milyon varil ham petrolü Meksika körfezine taşıyacak bu hattın adı alay eder gibi Keystone XL. Ancak taşıyacağı petrol bildiğiniz petrol kuyularından çıkan ve sıvı halde bulunan petrolden biraz farklı. Yarı katı ve katı halde bulunan zift veya katran şeklinde petrol yatakları var Kanada’da. Normal şartlar altında işlenmesi son derece pahalı, işlemek ancak petrol fiyatları yükselince “rasyonel” hale gelmiş. Yalnız ufak bir sorun var. Tüm bu süreç varil başına dört beş kat daha fazla sera gazı salınımı, toplamda petrol üretiminin yol açtığı sera gazı oranının %10 ile % 45 arasında artışı demek. Bir de petrolün toz toprak ve kumdan ayrıştırılması bol miktarda su gerektiriyor. Günlük 400 milyon galon kadar. O su da geri doğaya boşaltılıyor içinde biraz ekstra siyanür ve amonyakla. Bu arada bu hattın inşa edilen ilk bölümü bir yıl içerisinde 5-6 kez patlamış hali hazırda. Neden? Gerekenden daha ince bir boru kullanıldığından. Kısaca petrol hattının inşası yalnız Amerikan yerlilerini yerinden yurdundan etmekle kalmıyor, bu gezegenin yerlisi olan tüm insanlığa, İstanbul’dan Mogadişu’ya, Çin Seddi’nden Viyana kapılarına, Toronto’dan Meksika Körfezine, hepimize kapak oluyor. Pardon başka bir mavi yeşil gezegen keşfetmiş de yarın oraya taşınacakmış gibi davranan, Kazdağları’nda siyanür kullanan, Karadeniz’in HES’lerle can suyunu kurutan, Keystone XL ile çanımıza ot tıkayan o “rasyonel” çok uluslular hariç tabii. Onlar gökyüzüne bakıp ıslık çalıp, para desteliyorlar. Bu arada   James Hansen’e sorarsanız- şu NASA’dan iklim aktivistliğine terfi etmiş bulunan meşhur iklim bilimci- bu hat işletilirse hep birlikte partiye başlayabiliriz. Zira dünyayı kurtarmak için yapacak bir şey kalmıyor. Tüm bunlar bir imzaya bağlı. Başkan Obama’nın imzasına.  Bir felaketin içinde az da olsa gün ışığı olmalı. Sayıları binleri aşan bilim insanı, sanatçı aktivist, aralarında sözünü ettiğimiz James Hansen, David Suzuki gibi aktivist-bilim insanları, Naomi Klein, Wendel Berry gibi yazarlar, yerli liderleri, köylülerin sanatçıların sendikacıların içinde olduğu bir grup, takım elbiselerini giyip, iş görüşmesine gider gibi Beyaz Saray’ın sınırlarını aşıp oturma eylemi yapıp kendilerini gözaltına aldırmak için cağrı yapmış bulunmaktalar. Obama’ya “İmzalama!” demek için. 20 Ağustos’ta başlayacak eylemler 3 Eylül’e kadar sürecek. Aralarında Cehennem Silahı filminden tanıdığımız Çavuş Rogher Murtaugh un olması ayrıca ironik. Danny Glover yani. Hani bir sahnede klozette, altına bir ton dinamit bağlanmış yüzünde salak bir gülümseme oturan adam. Altında, bombanın saati işlemekte. Tik tak. Nedense, yılların eskitemediği Pollyanna’cılığıma rağmen,  top yekun insanlık olarak bu çavuşla aramızda inanılmaz bir benzerlik olduğuna dair pis bir his var içimde. Can Baba’ya dönersek“yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor”