İçimizdeki şeytan her anımızda yanımızda. İçimizdeki şeytan, evimizdeki hırsız gibi bir şey. İçimizdeki şeytan her gün evimizde. Oradan buradan konuşuyor, ona buna komut veriyor. Her şeyin en kötüsünü ‘bizim iyiliğimiz’ için istiyor.

İçimizdeki şeytan, varımızı yoğumuzu satıyor. Eve geliyoruz ev tamtakır kuru bakır. Şeytan eve geliyor ‘Sana çok güzel tesisat yaptırıyorum’ diyor. Para almıyor ama bir bakıyoruz ki bizim evdeki altınlar yok olmuş gitmiş. Evimizdeki şeytan bir sabah uyanıyor, böbreğimize göz dikiyor.

Sen çok içiyorsun diyor, sağlığımızı düşünüyor zannediyorum, sonra birden ‘Her içtiğin bardak için bana da 4 bardak ısmarla’ diyor. Cepte metelik kalmıyor. Sigarayı bıraktım sayesinde ama hala cebimden para gidiyor. Gitmediğim görmediğim yerde bir şeyler yapıyor, sonra bana gelip ‘Senin adına senet imzalattım, bundan sonra 25 yıl diğer şeytanlara borçlusun’ diyor. ‘Ama’ diyor, ‘Üzülme, onlar da benim arkadaşım şeytanlar’ diyor... Şeytan hiçbir işe yaramıyor, yaramadığı gibi gündelik yaşantımı da zora sokuyor. Televizyonda ne izleyeceğime karışıyor. Tam bir öpüşme sahnesi var, üstü çıplak benimle televizyonun arasına giriyor. ‘İnsanları öpüşürken görme ahlakın bozulur’ diyor, o sırada arkasında kalan televizyonu da bir cep telefonu uygulamasıyla satıyor. Sonra telefonumu da satıyor.

Şeytan satmayı çok seviyor. Her bağlamda satıyor. Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Tutmasına da gerek yok. Evin her yerini leş gibi bırakıyor. Evde benimle yaşamasının sürekli nasıl da bir nimet olduğunu anlatıp duruyor. Sevmediği hiçbir şeyle ilgilenmemi de istemiyor. ‘Ay öyle olmaz çok günah, böyle olmaz çok günah’ diyor, ‘Ya bana biraz para versene, çok dardayım’ diyor, sonra bir bakıyoruz odasına jakuzi yaptırmış... Sular ful açık, su parası da bana saplanıyor. Şeytan hep direksiyonda olmak istiyor.

Direksiyondayken kemer takmıyor zaten, kaza yapıyor sürekli. Nedense hep benim başıma bir şeyler geliyor. Kazayı şeytan yapıyor, benim kafam kırılıyor. Eşim dostum sokağa saçılıyor, ambulans gelirken onu da kullanıp ona kaza yaptırıyor.

Pikniğe çıkalım diyor, gidiyor dağları, ormanları yakıyor. Sonra elinde fidanlarla geliyor. ‘Bunları dikeriz o iş hallolur ya nedir?’ diyor... Denizleri, kıyıları arkadaşlarına pazarlıyor, cebini dolduruyor ama hala benden para istiyor. Kartımın şifresini de öğrenmiş elinde bir pos cihazı, sürekli bir eli cebimin yakınlarında. Pos cihazının temassız ödeme teknolojisiyle kartımı emikliyor sürekli şeytan...

Dağların altında çok güzel altın var, onu çıkartmak için yabancı arkadaşlarım çok can atıyor, hadi bu dağları eritelim, hayatı bitirelim, nasıl olsa kefenin cebi var, biliyorsun, firavunlar da paralarıyla gömülürdü, diye diye beni ikna ediyor. Ben de çok kolay kandırılıyorum. Hep şeytandan iyi bir şeyler bekliyorum. Şeytanın ilk işi zaten ‘Abi ben meleğim olm’ demek... Böyle böyle bizi kandırıp her şeyimize çöküyor.

Dolaptaki suyu içiyor, iki tane mandalina vardı, onları da yiyip, kabukları salonun ortasına atıyor. Evdeki halı, sehpa, tabak, çanak ne varsa sürekli satıyor. Evin içine ihtiyacımız olmamasına rağmen mozaik döşüyor. Çirkin çirkin süsler yapıyor evin her yanına. Bir de çok pahalı bunlar. ‘Zamanla ödersin kanka’ diyor. Başka şeytan arkadaşlarına yaptırıyor bunları.

Ev ne eve benziyor artık, ne de bahçemiz eski bahçemiz. Eskiden en azından bahçede domates, salatalık, biber, erik yetişirdi. Şimdi bahçemizi başka bir arkadaşına kiralamış nükleer atıkları buraya yığıyorlar. Bahçemiz pırıl pırıl. Işıldıyor.