İnsanın yeryüzünde açtığı ilk sulama kanalını düşünün; ölçeği küçük de olsa yerin kıvrımlarını bir bıçak gibi kesen düz bir çizgiydi. Şimdi insan aklı daha büyük soyutlamalarla iş görüyor. Kanal İstanbul; o ilk sulama kanalının devasa modelidir. Yerin eğri ve kıvrımlı yüzeyinde derin bir bıçak yarası. Yeryüzünden oluk oluk kan akıtılıyor

İçimizden kanallar otoyollar geçiyor

Kıvrım üzerine kıvrım; kıvrım içinde kıvrım. Yeryüzü sonsuza dek kıvrılıyor. Yerin katmanları, jeolojik kıvrımlar. Canlılar, dokuların kendi üzerlerine kıvrıldığı biyolojik katmanlar. Yerin kıvrımlarıyla canlıların kıvrımları birbirine karışıyor. Bu kıvrım denizinde tek bir düz çizgi ya da bir düzlem bulamazsınız. Düz çizgi ve düzlem, aklın soyutlamaları. Ve insan bir soyutlama olarak yerleşiyor yeryüzüne. Yerleştikçe eğri mekânı düzleme, kıvrımları düz bir çizgiye dönüştürüyor. İnsanın yeryüzüne yerleşmesi başlı başına bir felaket değil mi? İnsan adeta bir bıçak; kesiyor kıvrımları. İnsanın yeryüzünde açtığı ilk sulama kanalını düşünün; ölçeği küçük de olsa yerin kıvrımlarını bir bıçak gibi kesen düz bir çizgiydi. Şimdi insan aklı daha büyük soyutlamalarla iş görüyor. Yaslandığı Öklidçi düzlem geometrisi buna izin veriyor çünkü. Mesele, ölçek meselesi. Bir üçgenin özsel niteliklerini koruyarak istediğiniz kadar büyük modelini yapabilirsiniz. Her şey bir düzlem üzerinde gerçekleştirilen küçük bir modelle başladı; yerin eğri mekânı bir düzleme dönüştürüldükten sonra modeli istediğiniz boyutlarda düzleme uygulayabilirsiniz. Kanal İstanbul; o ilk sulama kanalının devasa modelidir. Yerin eğri ve kıvrımlı yüzeyinde derin bir bıçak yarası. Yeryüzünden oluk oluk kan akıtılıyor.

Proje olarak modeller, soyutlamalardır; kendi özsel nitelikleri var. Ama yeryüzüne yerleştirildiklerinde yeryüzünü tüm yaşamsal niteliklerinden yoksun bırakıyorlar. Modellerin tarihi yoksullaşma ve yıkımın tarihidir. 250 yılda 571 bitki türünün yok olduğu söyleniyor; yok olan sadece bitki türleri mi? Hayvanlar, yaşam biçimleri, ekosistemler ve hayatlar. İnsan projelerle var ediyor kendini ya da tersten söylersek projeleriyle yeryüzünü yok ediyor. Uluslaşma bir projedir mesela, kıvrımların yok edildiği bir düzlem geometrisi; ve insan, ulus denilen soyutlamanın ürünüdür; bir düzlemde noktalar arasında bir nokta olarak var olabiliyor ancak. Ve insan dokundukça yeri durmadan soyut bir mekâna dönüştürüyor, düzleme. İlişkileri ise düzlemdeki noktalar arasındaki ilişkilere indirgeniyor. Oysa nokta, geometrik bir soyutlamadır, çizgilerin kesişme yeri. Ve insan yeryüzünü soyutladıkça, soyutlanıyor ve kendini özsel niteliklerle donatıyor, modelleri gibi. Fakat yeryüzünün bir kıvrımı olarak insanın ne özü vardır ne de sabit nitelikleri. Kıvrım, “bir öze değil, işler haldeki özelliğe gönderme yapar” (Deleuze, Kıvrım, Bağlam).

Her şey yeryüzünün kendi üzerine kıvrılmasıyla, inorganik kıvrımlarla başladı ve organik kıvrımlarla devam ediyor. Kıvrımlar, dalga hareketi gibi çoğaldıkça çoğalıyor. Ve insan, bu kıvrım denizindeki bir kıvrımdır. “Düz çizgiler birbirine benzer, ama kıvrımlar çeşitlidir ve her kıvrım giderek farklılaşır. Aynı şekilde kıvrılmış iki şey, iki kaya yoktur... Kıvrım bir farklılaştırıcıdır... Kıvrım kavramı her zaman bir tekildir ve ancak değişerek, çatallanarak, başkalaşarak ilerleyebilir” (Deleuze). İnsan, durmadan kıvrılan yeryüzünde çatallandıkça farklılaşan bir kıvrım iken, şimdi iktidar projelerinin geometrik bir soyutlamasıdır. Kıvrımları düzleştirilip içinden otoyollar, kanallar geçiriliyor. İnsan, hem otoyol, hem de otoyol üzerinde hareket eden bir nokta. Otoyol üzerindeki varlıklara taşıt deniliyor. İnsanlar arası ilişkilerden değil de, trafik kurallarından bahsetmemiz gerekiyor mu? Taşıt-insanları otoyol denilen çizgisel mekânda yönetmek kolaydır.

Düzleştirilen sadece mekân mı? Her yöne doğru çatallanan zaman bile, hep ileriye doğru akan saatin çizgisel zamanına hapsedilmiş. Kendi kuyruğunu yutan yılanı, Oroborus’u bir bıçakla kesip düz bir çizgi haline getirdiler. Kıvrılan, kıvrıldıkça biçim değiştiren yılan, asfalt kaplı bir yarış pistidir artık. Yarış pistinde, nereye gittiklerine dair hiçbir fikri olmayan noktalar yarışıyor; tek dertleri birbirlerini geçebilmek. Oysa tek derdimiz birbirimizi geçmek değil, projenin soyut düzleminden hep birlikte yeryüzüne geçebilmek olmalı. Otoyolun çizgisel zamanından yeryüzünün kıvrımlı zamanına sıçramak. Zor olmasa gerek. İçimizden kanallar, otoyollar geçirilse de hâlâ kuytuluklardaki kıvrımlarımızda hayat saklı.