Bu siyah beyaz dünyaya aynı pencereden bakabildiğim dostum,

Bu siyah beyaz dünyaya aynı pencereden bakabildiğim dostum,

Küfelik olduğumuz bir meçhul akşam, bir türlü fırsat bulup da bana O’ndan bahsedememiştin. Anlatma isteğin karnı ağrıyan çocuklar gibi kıvranmandan belliydi ama yanımızda devamlı birileri dolanıyor, devamlı muhabbet koyulaşıyordu. Sen uzun uzun anlatmak için geldiğimiz o mekânda bi’ türlü olan biteni anlatamamış, kös kös masadan kalkmıştık. Tam “dönüş yolunda konuşuruz” derken, yine olmadı ve evlerimize varmıştık. Eve vardıktan sadece birkaç dakika sonra senden “Abi onu diyecektim; gerçekten bitti. En ufak bir titreme bile yok içimde…” mesajı gelmişti. O zaman bile inanmadım aşkının bittiğine, ‘aşk’ların biteceğine. Çünkü ben öğrendiğimi sanıyorum ki aşklar bitmez, sadece yer değiştirirler…

Şimdi belki ‘aşkbilimciler’ bana kızacaklar, ‘aşkseviciler’ de belki bana hak verecekler ama bildiğimi söylemekten imtina etmeyeceğim. Desene biraz da kişiden kişiye değişmez mi aşk? 

Aşk bir tanedir ve hissedildiği ‘şey’ değiştikçe o da yer değiştirir sadece. Bugün bir ağaca, yarın bir kadına, diğer gün bir anneye âşık olur insan. İnsan aynı anda her şeye nasıl âşık olur ki zaten… Belki de âşık olduğumuz şey Nâzım’ın dediği gibi aşkın ta kendisidir. Yani bana geceyarısı yazdığın “gerçekten bitti”deki özne bir aşk değildir bilesin. Sahip olduğun aşk bir yerlerde gizlenmektedir ve unutma ki en güzel anında ortaya çıkıp seni “titretecek” olan da yine odur. Tam da Edip Cansever’in dediği gibi aslında, aşk da karanfil gibi elden ele dolaşır: “Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte / Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel / O başkası yok mu bir yanındakine veriyor / Derken karanfil elden ele.” 

Ve aşk dediğimiz o kutsal şey sadece bir kişiye değil de, her nesneye hissedilebilecek bir duygu değil midir? Biten o ‘şey’lerdir hasılı, bilakis baki olan ise ‘aşk’ değil midir dost? 

Aşk deyince, hele bir de Cansever’e dokundurunca aklıma geldi. Geçtiğimiz pazartesi İş Sanat Kültür Merkezi’nde, ‘geçerken uğradığım’ Aşk Şiirleri gecesinden bahsedeyim sana. Birkiye kardeşlerin yıllardır hazırladığı şiir geceleri her ayın ilk pazartesisi yapılıyor. Bir şairin şiirleri, akıma, döneme veya şiirlere uygun dekor ile, bazen araya katılmış minik operalar ve mizansenler, bazen de Serdar Yalçın’ın piyano resitali ile tiyatrocular tarafından seslendiriliyor. 

Geçen hafta yapılan ‘Aşk Şiirleri’nin bir benzeri 2004 yılında da yapılmıştı ve çok beğenilmişti. Pazartesi akşamı ayaz ve yoğun yağmura rağmen salon tamamen doluydu, herkes Nâzım Hikmet’in, Cemal Süreya’nın, Cahit Sıtkı’nın, Edip Cansever’in ve başkaca birçok şairin aşk şiirlerini dinlemek için oradaydı. Sadece dinlemek de değildi gelenlerin niyeti. Anıları hatırlayıp tebessüm edenler de, yüreklerini kanırtarak acı çeken yalnızlar da, yanındaki sevgilisine biraz daha sokulup geceyi geçiren çifte kumrular da vardı. Bazı şiirlere fısır fısır eşlik etmeye çalışanlar hariç, ahengi bozan hiçbir şey yoktu.  

Baştan söyleyeyim, diğer şiir okuyuculara haksızlık etmek istemem, ama kimse de kusura bakmasın Tilbe Saran okuduğu her şiirin anlatısına bürünüyor. Büyülüyor, kendinden geçiyor, bizleri de o hale sokuyor. O’nu dinlerken yıllardır içim içime sığmaz benim bilirsin. Kitabı eline alıp ses tonunu bir azaltıp, bir çoğaltanlardan değildir. Yine böyle bir gece yaşattı bana, aklımda, dimağımda kalan o sesini unutmaya niyetim yok.

Neyse ki gecenin sonuna doğru beklediğim de oldu ve ‘Yerçekimli Karanfil’i Saran okudu, karanfili elden ele verdi. Ve ben hâlâ oturduğum yerde, elimde karanfil ile kendime gelmeyi bekliyorum!