Micheal Önder: “Çok idealist yerden konuşuldu; adalet, eşitlik ama biz bu insanlarla gündelik hayatımızda ne yapıyoruz diye de sorgulamak istedim”

İçinden Gezi geçen film: Taksim Hold’em

Bu hafta vizyona sürpriz bir film girdi; Taksim Hold’em. Sürpriz diyorum çünkü bu kadar başarılı bir ilk film ile karşılaşacağımı beklemiyordum. Filmden bu kadar hoşlanınca yönetmeni Micheal Önder ile röportaj yapmak istedim ve ‘Ne yaptın sen?!’ diye sormak istedim. Kendisi biraz fazla alçakgönüllü, düşüncem o ki samimiyet dozu yüksek insanlar böyle oluyorlar... Seyirciyi kendi ile yüzleşmeye iten, mizah dilini başarıyla senaryoya yedirmiş, bu tek mekan film, Gezi sürecinde bir evde poker oynamak için toplanmış arkadaşlar üzerinden bireyi, toplumu, sistemi masa üzerine yatırıyor. Önder ile bu vesile ile röportaj sırasında bol bol Gezi anılarımızı da anlattık birbirimize... Bize o günleri hatırlattığı için Michael Önder’e teşekkür etmek istiyorum. Ve ‘ilk Gezi filmi’ diyebileceğim Taksim Hold’em’ın, büyük prodüksiyon olmadan da iyi filmler yapılabileceğini göstererek örnek teşkil edeceğini umarım. İçinden Gezi geçen bu filmi sinemada izleyin derim...

»Filmin dünya prömiyeri 30. Tokyo Film Festivali’nde yapıldı. Nasıl tepkiler aldın gösterimden sonra? Hollywood Reporter’daki yazıda salon gülmekten kırıldı yazıyordu.
Dediler ki bana, Japon seyirci sessiz, sakin izler, tepki vermez. O yüzden sakın üstüne alınma. Ama önce kıkırdamaya başladılar, gülmeyle devam ettiler sonra da kahkahalar atmaya başladılar. Mesela filmi, farklı ülkelerden de çok insan izlemişti; İranlı bir yönetmen film için ‘bir İran hikayesi’ dedi, Gürcistanlı bir prodüktör geldi ve ‘şu an Gürcistan’a o kadar oturuyor ki bu film’ dedi, Amerikalı biri de benzer şeyler söyledi. Hatta Litvanya’daki festivalde de benzer tepkiler geldi. Biz tabi spesifik bir kontekstten, Gezi’den bakıyoruz ama karakterler esasında, bir fikri temsil ettikleri için evrensel olarak anlaşılıyorlar.

»Ne zaman başladın senaryosuna?
2013 Eylül’de başladım yazmaya. İlk versiyonu biraz daha farklıydı. Yazmam iki yıl sürdü. İlk versiyonda seni ilgilendiren ana özü buluyorsun, senin yazmak istediğin şeyle içinde kaşınan şey farklı oluyor.

»Derdin neydi? İçinden Gezi geçen bir filmi bugün yapmak cesaret ister.
Benimle ilgili, sadece Gezi sürecinde değil de Türkiye’de yaşadığım ama aslında yaşamak istediğim hayatla ilgili. Hayatta sadece dış etkenler değil içerden gelenlerden dolayı da bir şekilde mutlu olamıyordum, gerçi mutluluğu geçtim de huzur bulamıyordum.

»Karakterlerin hepsi sen misin o zaman?
Direkt düşünce olarak ben olduğumu söyleyemem ama onları bu davranışlara iten duyguların ben olduğunu söyleyebilirim. Birisinde korku var, diğerinde ait olma duygusu var, ötekinde sevilme açlığı var veya sosyal kapitalini sürekli yüksek tutmaya çalışmak var.

»Herkes tek mekan çekmek ister ama aslında en zoru da budur. Bazı şeyler çok başarılıydı, örneğin sokağı hiç göstermiyorsun ama biz sokağı görüyoruz.
Bu filmin teması tek mekan olmayı istiyordu. Tek mekanı hikayenin istiyor olması lazım. Hikayeye ana karakterin dünyasından baktığın zaman , o ev, o rahatlık konforunu kaybetmek istemeyen bir adam var aslında. Yani o evden zaten çıkamazsın, çıkmamalısın.

»Prodüksiyonu düşük maliyetli ama film öyle göstermiyor kendini.
Uzun zaman ışık ve kamera ekibinde çalıştığım için ön çalışmalarda maliyeti düşürebilecek faktörleri bulduk. İyi bir planlama yaptık. Ev normalde bembeyaz ve bir fotoğrafçının stüdyosu ama mekanlar görülebilir ve açıları çok iyiydi. Sanat yönetmeni ve görüntü yönetmeni çok iyi iş çıkardılar.

»Gezi ismi geçmese de herkes filmin Gezi sırasında geçtiğini anlıyor. Senin Gezin nasıldı?
Gezi hem sözü hem eylemi temsil ediyor. Herkesin kendi gezisi var ve o geziler birbirine tam benzemiyor. Gezi benim için iki anlamda değerliydi. Birincisi orada yaşadığım gördüğüm heyecanı, öforiyi yaşamamıştım, bir grup aidiyetinin insanda nasıl bir enerji yarattığını gördüm.

»Filmindeki Geziciler iyi eğitimli, orta sınıftandı. Peki daha örgütlü direnen kimseleri tanımadın mı? Ben mesele Berk Hakman hikayeye girince böyle bir açılım bekledim.
Tanıdım ama anlatabileceğimi düşünmüyordum. Ben gerçekten samimi olmaya çalıştım. Filmi birebir yaşadım demiyorum sonuçta belli bir matematiği olan dramatize edilmiş bir hikaye bu. Ama duygusunun samimi olduğunu düşünüyorum. Duygusu benim kendi yaşadığım şeydi.

»Karakterler arasında Gezi’ye dair çelişkileri de gösteriyorsun aslında...
Geri dönüp baktığımda kendimle çelişen çok şey görüyorum.
Bu çelişen iki insan sürekli diyalog halindeydi. ‘Ah diyorum ne güzel, bu ülkede bir şeyler yapmaya uğraşmalıyız’, sonra başka bir şey yaşıyorum ve umutsuzluğa düşüp ‘Ne gerek var’ diyordum. İşte bu ikili konuşma hiç susmadı bende. Sonra fark ettim ki bunun sadece Gezi ile açıklanan bir tarafı yok. Çok idealist yerden konuşuldu, adalet, eşitlik ama biz bu insanlarla gündelik hayatımızda ne yapıyoruz diye de sorgulamak istedim.

»Sen aslında, Gezi’de yer almış, bana kalırsa da sayıca üstün bir takım insan portreleri ortaya koyuyorsun. Hatta üstelik belli bir olgunlukla şimdiden bunları eleştiriyorsun da, hem Gezi’yi hem bireyi.
Gezi’den sonra Gezi’yi anlatan iki anlatım oluştu; bir tanesi aşırı kahramansal diğeri Geziyi düşman olarak anlatan. Bu iki diskur arasında konuşmak zorunda kalmaktan hoşlanmıyorum. Ben öyle yaşamadım. Ben kendi anımı hatırlamak istiyorum çünkü bu çeşitli anlatımlar geriye dönüp benim anımı da değiştiriyorlar. Ben bildiğimi yazdım sadece.

»Bu iki Gezi anlatımını da karşına almış oluyorsun gibi gelecektir insanlara. Bence yaptığın, filmin güzelliği burada. Yani belli bir iklike yaslanmıyor olman.
Şununla çok yüzleşmem gerekti, fiziksel korkaklığı olan bir insanmışım. Orada zaten fiziksel olarak güçlü ve deneyimli çekilmeyen bir ekip var sen hiçbir savunman yokken neye kafa tutuyorsun dedim hep kendime. Bunlar benim kafamda dönüp duruyordu ama aynı zamanda da kabul etmek istemiyordum çünkü doğru değildi olanlar, çünkü kendi kafamda da bir adalet duygusu vardı. Yattığımda kendimle barışık bir şekilde uyumak istiyordum ama olmuyordu.