Bir kez daha dinledim Beethoven’ın senfonisini; Central Kafe’yi ve geçmişte okuduklarımı anımsadım: Mao Zedung’un, tarlalarda köylüleri motive etmek için 9. Senfoni’yi dinlettiğini; Pinochet diktatörlüğüne karşı mücadele eden öğrencilerin bu senfoniyi çaldıklarını.

İçinden senfoni geçen resim

İBRAHİM KARAOĞLU

İmgeleri, renkleri, ışıkları, dokuları, imajları, kokuları, tatları, ikonları, tüm bu özelliklerle oluşan armonileri ve derin bir bellekleri vardır kentlerin. Eskidikçe kıymetlenir belleklerinde biriken yaşam deneyimleri. Görme alanımız içinde tanımladığımız yapılar, imajlar, davranışlar ve o kente ilişkin geliştirdiğimiz duygusal, düşünsel algılar, değerler bir bilinç oluşturur bizde. Bir kent, kendine özgü kültür haritasının zihnimizde oluşturduğu değerlerle anlam kazanır. Ve kentler hem görsel örüntülerinin optik dokularıyla hem de sezgilerimizle duyumsadığımız anlamlarıyla kodlanır belleğimize. Onlara ilişkin biriktirdiğimiz bir kültürle okur ve anlamlandırırız; algısal göndermelerle, duyularımızla ve duygularımızla öznelleştiririz kentleri...

Yıllar önce, çok soğuk bir kış günü, Viyana’daki Central Kafe’de yazmıştım bu notları; beni o kente çeken şeyleri düşünürken. Kadim bir mekân Central Kafe. 150 yaşında. Viyana’nın en çekici yerlerinden biri. Tarihsel zerafetini hiç yitirmemiş. Yüksek, yalın süslemelerle kaplı tavanı, uzun ve ince sütunları, ahşap büküm tonet sandalyeleri, mermer masaları, özel kahveleri, tatlıları, geleneksel yemekleri ve tarihini, anılarını içinde tutan eşsiz aurasıyla görkemli bir mekân. Evet, Viyana’nın kafeleri çok, ama bir de çok özel ve geleneksel duruşuyla bir Central Kafe’si var ve Viyana’daki kahve kültürünün bir parçası olarak Unesco tarafından “Ulusal somut olmayan kültürel miras” listesine eklenmiş. Kentin ruhuna alametifarikasıyla mühürlenmiş, künyesi en eski kafelerden biri. Kentin kültürel, sanatsal, siyasal tarihinin bir bölümü bu mekândaki buluşmalarla şekillenmiş sanki. Geçmişin izlerini barındıran entellektüel bir merkez. Müdavimleri entelektüeller. Sabahları yerliler, öğleden sonra da turistler dolduruyor.

Kafeye girdiğinizde akrep ve yelkovan tersine dönüyor gibi. Kadim zamanların içinde hissediyorsunuz kendinizi. Sanatçıların ürettikleri şeyler ve dönemin sanat olayları üzerine söyleştiği; aktüel, siyasal konuların tartışıldığı; kent üzerine dedikoduların, sorunların konuşulduğu; kimilerinin kitap, dergi, gazete okuduğu, kimilerinin yazılar yazdığı bir yer. Ve bu yerin Freud, Troçki, Lenin, Stalin, Hitler, Klimt, Kokoscha, Tito ve Mahler gibi dünyaca ünlü pek çok müdavimi olmuş. Yazar Charles Emmerson “Kafe kültürü ve kafelerde tartışma kavramı o zamanlar Viyana yaşamının bir parçasıydı” diye yazmış. Öylesine etkili olmuş ki kafelerdeki yaşam; dünyayı yeniden biçimlendirecek ve sonsuza kadar etkileyecek pek çok önemli insan bu kafelerde geliştirmiş, paylaşmış düşüncelerini.

Ellerinde süt köpüklü melange kahvelerini yudumlayarak söyleşen insanları izlerken Freud, Tito, Hitler, Lenin, Troçki, Stalin, Klimt vb. geldi aklıma. Kim bilir belki de kaç kez bu mermer masalarda kahvelerini yudumlarken, birbirlerini tanımadan saatlerce oturdular öyle. Freud, psikanaliz kuramını; otomobil fabrikasında işçi olarak çalışan Josip Broz, Tito olmayı; Hitler, Viyana Güzel Sanatlar Fakültesi’nde resim okuyarak ressam olmayı; Lenin, Troçki ve Stalin, Bolşevik Devrimi’ni yapmayı bu kafede düşlediler belki de... Belkiler uzayıp giderken bir gün önce gezdiğim “Viyana Sezession”daki büyük resmini anımsamıştım Klimt’ın. Kim bilir, Klimt ve arkadaşlarının “Viyana Sezession” serüveni de bu kafede başlamıştır. Çünkü en çok buluştukları yermiş bu kafe.

Çok özel bir oluşum “Viyana Sezession”: Klimt, en önemli Avusturyalı sanatçılarla birlikte, muhafazakâr akademisyenlerin benimsediği biçemlere ve onların hâkimiyetlerine başkaldırıp Sanat Akademisi’nden ayrılarak moderniteyi öne çıkaran bir anlayışla geliştirmiş bu sanat hareketini. “Çağın sanatı yapılmalı, sanatın özgürlüğü olmalıdır” mottosuyla yola çıkmışlar. Çok etkili, görkemli sergiler yapmışlar. Ve en önemli, en bütüncül etkinliklerini “Beethoven Sergisi” düzenleyerek gerçekleştirmişler. Bir büyük ustanın sanatını yüceltmek ve onu görkemli bir sanat şöleniyle anmak için ressam/heykeltraş Max Klinger muhteşem bir Beethoven heykeli, Klimt de en ünlü yapıtlarından “Beethoven Friz”i yapmış. Uzun bir öyküsü var bu resmin: Klimt bu büyük yapıtıyla Beethoven’ın 9. Senfoni’sini görselleştirmiş. İmge dolayımlı bir tercüme olmuş bu resmi. Beethoven da Schiller’in “Neşeye Övgü” şiirini senfoniye tercüme ederek oluşturmuş aslında 9. Senfoni’yi. Schiller bu şiiri, insanlığın özgürlük, barış ve kardeşlik arayışını yansıtmak için yazmış. “Kucaklaşın ey milyonlar! Bu öpüş dünyanındır” dizeleriyle barışa özlem duyan şairin; açlığın, baskıların, savaşların yaygın olduğu bir dünyaya karşı, her şeyin iyiye gideceği bir dünya ütopyasıyla yazdığı şiir çok etkilemiş Beethoven’ı. O dönemde, kulakları sağır ve pek çok hastalıktan mustarip olmasına karşın, sınırsız düş gücüyle ve büyük bir tutkuyla bestelemiş senfoniyi. En son ve en unutulmaz yapıtı olmuş. Klimt de senfoniden esinlenerek yapmış “Beethoven Friz”i. 2 metre genişliğinde, 34 metre uzunluğundaki bu resim, “Viyana Sezession”un alt salonunda, üç parçadan oluşuyor. Evrensel duyguları, gerçekleri, bilgileri; kolay, yalın, doğal işaretlerle yansıtan ezoterizm anlayışıyla resimlerini biçimlendiren ve en anlatılmaz duyguları bile sembollerle sezdirerek duyumsatan büyük usta Klimt’in başyapıtlarından biri bu resim. Beethoven’ın senfonisini görselleştirirken; kötülüğün güçlerine karşı savaşımı, mutluluğa özlemi ve neşeye övgüyü esas almış. Mitolojiden, şiirden, müzikten yararlanarak çağdaş sentezlerle büyülü bir sanat dili yaratmış “Beethoven Friz”de. Ve bir büyük senfoniyi dinletiyor gözlerimize. Sanatın aşkı ve sevinci çoğaltan gücüyle Schiller’in şiirini ve Beethoven’ın senfonisini ölümsüzleştiriyor.

Dün bir kez daha dinledim Beethoven’ın senfonisini; Central Kafe’yi ve geçmişte okuduğum pek çok şeyi anımsadım: Çin’de Mao Zedung’un, tarlalarda çalışan köylüleri motive etmek için 9. Senfoni’yi dinlettiğini; Pinochet’nin faşist diktatörlüğüne karşı mücadele eden öğrencilerin bu senfoniyi çaldıklarını; Gobbels’in, Hitler’in her doğum gününde bu senfoniyi dinlettiğini ve Avrupa Birliği’nin senfoniyi birliğin marşı olarak benimsemesini... Ve Klimt’ın, içinden şiir ve senfoni geçen “Beethoven Friz”i canlandı belleğimde. “Güzellik, görünüre kavuşan özgürlüktür ” aforizmasını duyumsadım Schiller’in.