Bayram’a iki gün kaldı; yine dört bir yanlarını çiftelemeye çoktan başlamış olurlardı, aralarında ruh doktorları da bulunan bilumum ruh hastaları, “bu bayrama Şeker Bayramı demek kültürel erozyondur” haddini bilmezliğini kusarak, etrafta ‘Şeker Bayramı’ diyen yeterince insan kalmış olsaydı.

Bayram’a iki gün kaldı; yine dört bir yanlarını çiftelemeye çoktan başlamış olurlardı, aralarında ruh doktorları da bulunan bilumum ruh hastaları, “bu bayrama Şeker Bayramı demek kültürel erozyondur” haddini bilmezliğini kusarak, etrafta ‘Şeker Bayramı’ diyen yeterince insan kalmış olsaydı. Ama artık hegemonlar; hemen herkes Ramazan Bayramı diyor.

Bizim evde Şeker Bayramı olarak kutlanırdı bu bayram; bize bayram ziyaretine gelen ve kendilerine ailecek ‘iade-i ziyaret’te bulunduklarımızca da; şeker, çikolata, lokum veya karamelanın yanında bir, en fazla da iki kadeh muz veya nane likörü içerekten.

Bizimkiler Müslümandı; annemle halam otuz Ramazan, babam ise hafta sonları oruçlarını tutarlardı; Hamparsum Usta ve karısı Aniyet Hanım hariç, bayramda evimize gelenlerin, evlerine gittiklerimizin hepsi gibi.

Ne bizimkiler, ne de çevremizdekilerin hiç biri için –kendileri hiç içki içmeyenler de dahil- ‘içki, bütün kötülüklerin anası’ kesinlikle değildi. İçkiyi kötülüklere hamile bırakan, içkiyi yasaklayıp gizlide saklıda, karanlıkta, gündelik hayatın sıradan akışı dışında, dolayısıyla toplumsal kontrol mekanizmalarının geçerli olduğu alan ve süreçlerin marjında ‘kullanılır’ hâle getiren cahil ve yobaz toplum düşmanlarıdır.

‘Kullanılır’ı tırnak içine aldım; zira, normalde içki kullanılmaz, içilir, belirli bir lezzete sahip bir sıvı gıda maddesi olarak. Örneğin Sümerlerde, biranın adı ‘sıvı ekmek’tir; mayalanmak suretiyle doğal belirleyiciliklerin çürütücü etkisinden kurtarılmış ‘arpa ekmeği’; hakeza boza da, -ki, o da aşağı yukarı bira kadar alkol içerir- ‘sıvı buğday ekmeği’ değilse, nedir?

Başta tahıl olmak üzere, çeşitli bitkilerin mayalanmak suretiyle doğal ömürlerinin ötesine taşınması, insanın doğal takvim karşısında özgürleşip medeniyet üretmesinin en temel ayağıdır; zira, birasıyla, bozasıyla mayalanmış içkiler insanın doğrudan doğruya beslenmeye ilişkin zaferleridir.

İçki, toplumsal kontrol mekanizmalarının geçerli olmadığı alanlarda tüketilir hâle getirildiği ölçüde ise, kendisi için içilir olmaktan çıkıp başka bir hedefe ulaşmak üzere KULLANILAN bir araç konumuna gerilemesi ve bu gerileme üzerinden herhangi bir uyuşturucu madde mesabesine inmesi kaçınılmazdır; ki, bu durumda içki, artık içindeki alkolün etkisi kadar değerli ve eğer bu etkiye ulaşmanın daha ucuz, daha düşük bedelli yolları varsa, onlar karşısında yenilmeye kesinlikle mahkûmdur.

Şöyle de söyleyebiliriz: Uyuşturucu kullanımı ve tutsaklığının anası, içkiyi eşli dostlu, arkadaşlı tanışlı, konulu komşulu sosyal ortamlarda tüketilir bir gıda maddesi olmaktan çıkartan, bu şekilde tüketilmesini zorlaştıran yasak, kısıtlama veya aşırı vergilendirme gibi gayri adil ve anti demokratik, daha da vahimi tümüyle medeniyet düşmanı tedbirlerdir.

Kısacası, bayramını likörle kutlayanın çocuğu ne ayyaş olur, ne de alkolik; hele uyuşturucu müptelası, hiç mi hiç; isterse içkiyle dostluğu altmış yıl sürsün; daha doğrusu onunla dost kalıp hiçbir zaman saldırmadığı için.

Bu yazı, tabiî ki, sigara içenlerin parmağını kesen ruh hastası canilerin aramızda dolaşıp tepemizden gürleyen ruh kardeşleri bir şeyler anlayıp kendilerine çeki düzen verirler umuduyla değil, isteyenin ‘Ramazan, isteyenin de ‘Şeker’ bayramını kutlama vesilesiyle sigara, içki ve uyuşturucu kullanımını ‘madde bağımlılığı’ çerçevesinde aynı bir kategoriye tıkıştırmanın ne denli çıkmaz bir sokak olduğuna da şöyle bir değinmek üzere kaleme alındı.