İdam tartışması, yine Türkiye’nin gündeminde. Kazanılmış her ilerlemenin, aktif savunucuları olmadığı koşullarda

İdam tartışması, yine Türkiye’nin gündeminde. Kazanılmış her ilerlemenin, aktif savunucuları olmadığı koşullarda, her zaman geri alınabileceğine dair tarihsel tecrübeyi adeta doğrulamak gerekiyormuş gibi, Türkiye’nin gündemine idam tartışması oturtuldu.

Kayseri ve İstanbul’daki vahşi çocuk cinayetlerini vesile yapan idamcı mantık, kendisini farklı düzeylerde ifade ediyor. Kendilerini evrensel insan hakları kurallarına hiç bir zaman adapte etmedikleri için idamcı mantıktan hiç bir zaman vazgeçmemiş olan güçler, siyaset düzeyinde kamuoyunun zedelenen vicdanını sömürmeye ve oy potansiyeline dönüştürmeye çabalıyorlar. Türkiye yakın tarihinin idama karşı kampanyalarının yerini idam cezası talep eden imza kampanyaları alıyor. Bu siyasal güçlerin girişimine, zaten otoriter-faşizan programlarını ve pratiklerini çocuk cinayetlerini kullanarak meşrulaştırma çalışması olarak, hatta daha basitten oy avcılığı diye yaklaşabiliriz.

Ancak kamuoyunda muhafazakar-modern islamcılığın “aydını”i diye bilinenlerin de açıkça ölüm cezasını onaylayan bir pozisyondan hareket etmeleri, genel olarak islamcılığın ana damarlarının ve hedeflerinin otoriter-intikamcı olduğunu, insanlığın insanileşme ve özgürleşme sürecinde attığı adımların açıktan rakibi olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. İlerici bir teolojik yorumla (mesela “Allah’ın verdiği canı insan alamaz” gibi) geçmişin şeriat kurallarını geride bırakan ve en azından sonuçları itibariyle hümanist ilerlemenin önünü tıkamayacak bir tutum almak mümkünken - ki ancak böyle bir tutum belki “aydın” kavramını islamiyetle çok az da olsa ilişkilendirebilir-, örneğin Zaman’da yazan Ali Bulaç, neredeyse idam cezasının kaldırılmasını bir çeşit batı taklitçiliği/aktarmacılığı/dayatmacılığı olarak yorumlayarak idamcı mantığı meşrulaştırıyor.

Şöyle diyor Ali Bulaç: “İdam cezasının kaldırılması hiç kimsenin içine sinmiş değildir. Fakat bizim kendimize göre düşünen bir aklımız, tarihten devraldığımız hukuki tecrübe ve hâsılaya itibarımız olmadığından, Batı'da ne varsa, engin bir zihin tembelliği içinde alır, uygulamaya çalışırız. Batı da kendi politik ve sosyal sistemi gibi hukuk sistemini de empoze etmekten geri kalmıyor… Avrupa tarihinde hukuk, devletlerin, kral ve imparatorların vaz'ettiği bir beşeri havzadır. Batı insanını tarih boyunca devlet ezmiştir, insan hep devletin dışında nasıl kendimi koruyabilirim, sorusunu sormuş, hukuki sığınaklar aramıştır. Hukuk'un üstünlüğü kavramı, yönetimlerden, prens ve devletten bağımsız bir hukuk nosyonu bulma çabasının sonucu ortaya çıkmıştır ki, ancak bundan sonra yaşama hakkı, temel hak ve özgürlükler ile en başta mülkiyet hakkı güvence altına alınabilmiştir. Biz Müslüman toplumların hiçbir zaman böyle bir sorunu olmamıştır, bizim tarih boyunca devletlerden, sultan ve padişahlardan bağımsız bir hukukumuz olmuştur. Sorun, onların koymadığı hukuk kurallarına, yani Münzel Şeriat'e onların ne kadar uyup uymadığı sorunudur… AB uyum yasaları çerçevesinde ceza hukukundan kaldırılan idam cezası da öyledir. Hiç kimsenin içine sinmiş değildir. ‚Ben her durumda öldürme cezasına karşıyım, bu çağdışı bir cezadır‘ demek, nasılsa ölüm cezasını almayacağını bilen katil ruhlu canilerin önünü açmak, cinayet işlemelerini kolaylaştırmaktır“ (Ölüm Cezası, 31.3.11, Zaman).

İdam cezasına karşı tarihsel mücadele bilerek-bilmeyerek burada açıkça çarpıtılmaktadır. Karikatürize bir batı resmi çizilmekte, bu “batı” tarihinden dinin (hıristiyanlığın) belirleyici etkisi yine karikatürize doğu da dini kurtarabilmek için bertaraf edilmektedir. Kurulan denklemler hiç bir gerçek tarihin sığmayacağı özcü-soyut-dikotomik mantığa dayanmaktadır: Batı=ilahi hukuka uymayan ceberrut devlet=savunmasız bireyin korunma mücadelesi=idam cezasının kaldırılması. Doğu =ilahi “bağımsız” şeriat hukukunun üstünlüğü=bu hukuka ne kadar uyup uymadığının hesabını vermek zorunda olan devlet erki = dolayısıyla – bilimde kısa devre mantık çıkarması buna denir – ölüm cezası. Daha kısaltırsak: Batı=ölüm cezasının kaldırılması. Doğu = ölüm cezası.

Doğu’yu orientalize eden batılı düşünce akımları ile, bu mantık arasında hiç bir fark yoktur. Batılı düşünce akımları da doğuyu bu bağlamlarda aynı şekilde ve içerikte değerlendirmektedir.

Ali Bulaç bilmelidir ki, hem batıda hem doğuda idam cezalarına karşı mücadele genel hümanist mücadelelerin bir parçası olarak hem dine, hem de otoriter-cezacı devlet düzenlerine karşı yürütülmüştür.

Ve yine Ali Bulaç bilmelidir ki, idam cezasının kaldırılması bizim ve Türkiye’de ki her hümanist düşüncenin “içine sinmiş” bir ilerlemedir.

Bir şey daha bilinmelidir – ki meslek icabı ben bu konuyla yakından ilgilenmektediiyim -: İdam cezası taleplerine vesile edilen çocuk cinayetleri, tecavüzleri, tacizleri, dinciliğin de yardımıyla kapatılan toplumlarda daha yaygındır. Bu konuda mücadele, ancak her mahalleye psikososyal aile danışma merkezleri kurma, şiddete karşı örgütlenme, aileden devlet kurumlarına kadar demokratikleşme, cezaevlerinde psikolojik-sosyal terapi olanaklarını artırma süreci ile anlamlandırabilinir. Bu ise Türkiye’de devlet kaynaklarını insani hedeflere yönlendirmekle ilgilidir.