“İdam, devlet eliyle işlenen bir öldürümdür(cinayettir). Yasaları uygulamak devletin işidir ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında idam yoktur!” diyoruz dördüncü hafta yineleyerek; çünkü bu girişle başlamazsam, sonrasını getiremeyeceğim-yazamayacağım duygusu var bende.

Cyrus Nowrasteh’in yönettiği 2008 yapımı “Soraya’yı Taşlamak” filminde kalmıştık. Taşlayarak öldürmek: TÖ(recm) üzerine de alıntıladığımız görüşlerin özeti şu sonuca varmıştı: “Şeriat Mahkemesi’nin verdiği recm kararı Kuran’a aykırıdır. Çünkü Kuran’da recm yoktur. Kuran’da recm konusuyla ilgili her hangi bir ayet yoktur. Kuran’da böyle bir konu yoktur. Ancak şeriatta vardır. Şeriat İslam değildir, Şeriat İslam adına, Kuran adına yapılan yorumlardır, fıkıhtır. Asıl olan Kuran’dır ve Kuran’da böyle bir şey mevcut değildir.”

Bir diğer önemlisi, TÖ için dört tanığın zorunlu olması gerekliliği. Bu da demek oluyor ki gerçek tanık bulunamaz hiçbir zaman. Öyle ya, bir kadın, bir zorlama olmadan dört kişi önünde neden cinsel ilişkiye girsin ki hem de TÖ cezası olduğunu bile bile?

İranlı yazar ve insan hakları savunucusu Golrokh Ebrahim’e TÖ cezası ile ilgili yazdığı öyküden ötürü 6 yıl hapis cezası verildi. Kitap basılamamışsa da Ebrahimi "İslam'ın kutsal değerlerini aşağılamak" ve "sistem karşıtı propaganda yapmak"tan suçlu bulundu. Ebrahimi öyküsünde, İran'da zina yaptığı gerekçesiyle köyün erkekleri yanınca taşlanarak öldürülen bir kadının gerçek yaşamını anlatan “Soraya'yı Taşlamak” filmini izleyen genç bir kadının duygusal tepkilerini aktarıyordu.

TÖ cezası alanlar arasında bile ayrım var. Erkekler yalnızca bellerine dek toprağa gömülürken, kadınların daha derine gömülmesi zorunlu. Cezaya çarptırılan kişi taşlama sırasında gömüldüğü yerden çıkmayı başarırsa, ya aklanıyor ya da hapse atılıyor, ama idam edilmiyor. Erkekler bellerine dek gömüldüğü için kaçma şansları daha yüksek, kadınların ise böyle bir şansı hiç yok, birkaç ayrıksılık(istisna) dışında. Atılan taşların onları hemen öldürecek kadar büyük olmaması da gerekiyor. TÖ’lerin yüzde 90'ı kadın.

İdamı uygulayan ülkelerin dizelgesini vermeyeyim, köşemde yer kalmaz...

idam-oldurumdur-505305-1.

“İdam cezasına karşı olmamızın en büyük sebebi; bu cezanın esasında bir “cinayet” olduğu, yalnız tek farkının “devlet eliyle işlenmiş” olduğu argümanıdır. Neticede, “devlet eliyle de olsa bir şekilde insan öldürüyoruz ve bizim onlardan ne farkımız kalıyor” fikridir. “O insan değil ki”, diyebilirsiniz. Gelin görün ki, bunu derken bile suçu meşrulaştırmış oluyoruz aslında. İnsan olmayan değişik bir mahlukatın bu suçu işlediği düşüncesi, bir nevi o kişinin cezai ehliyetinin olmadığını iddia etmek gibi bir şey.(...). Bu çok değişik bir yaratık, bu suçu işlemesi de normal, bu sebeple öldürmeliyiz, noktasına geliyor mesele ve sorunun kökenine inmemizi en başından engelliyor…Öldürmek; ne şekilde olursa olsun, öldürülen kim olursa olsun, neticede öldürmektir ve hiçbir sebep ve şekil bu fiili “yasal” kılamaz. Bahsettiğim istisnai gedik tam olarak budur. Siz “öldürmek” eyleminin yaşam hakkı ihlali olduğu temeline “ancak istismarcıyı devlet eliyle öldürmenin serbest olduğu” kaidesini düşerseniz, o temele dinamit gibi bir paradoks yerleştirmiş olursunuz ve nihayetinde o temel patlar.”Tuba Torun / gazeteduvar

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, örneğin ABD’de idam cezası uygulanan eyaletlerde, uygulanmayan eyaletlere göre suç oranı daha yüksek. Üstelik suçlar yıllar içinde azalmak bir yana artıyor. Bu durum, idamın caydırıcı olmadığının önemli kanıtlarından biri.

Son bir öykücük(anekdot): ABD'nin Arkansas Eyaleti’nde Ledell Lee'nin cezasının zaman aşımına uğramasına 4 dakika kala idam edildiği ortaya çıktı. İdamın zehirli iğnelerin son kullanma tarihinin nisan ayında sona erdiği için erkene alındığı belirtildi. Avukatları, Lee’nin suçsuz olduğunu öne sürdü. Öldürüldükten sonra suçsuzluğu kanıtlanan örnekler var önümüzde. Ancak idam, geriye dönüşü olmayan bir yol.

“Seni öldürdük ama sonradan gerçek çıktı ortaya, sen yapmamışsın yahu, kusura bakma, işte bi yanlış yaptık ki sorma!”

Soramıyor! “Devlet, sen bir öldürücüsün!” diyemiyor kimse yolun öte ucundan...