İdeal nokta

> MURAT MÜFETTİŞOĞLU

“AKP sıkıştıkça, maddi dünyada yıpranan iktidarını onarabileceği bir alan bulamadıkça, öteki dünyaya sıçramaktadır… Erdoğan, “Bu topraklar şehit kanlarıyla yoğrulmuştur, bundan sonra da şehit kanlarıyla yoğrulmaya devam edecektir” gibi açıklamalar yaparak, şahadetlik üzerinden siyasetinin dinsel içeriğini koyulaştırmakta; sınıfsal çelişkilerin üstünü örtmektedir.”

Olup bitenlerin iyi bir özeti niteliğindeki bu iki cümleyi, Kansu Yıldırım’ ın 23.08.2015 tarihli BirGün Fikir’ de yayımlanan ‘AKP Çöküyor’ adlı yazısından aldım. Evrensel etiğin, kurucu aklın ve dogmalardan kurtulmuş vicdanın yarattığı hisler ortak olduğundan, ben de altına imzamı atıyorum.

Ortada çift taraflı sürdürülen bir savaş ve stratejik ölümler varken, ‘barıştan ve yaşamdan’ yana söz söylemeden duramıyor insan. Muktedirlerin biz “ayaktakımına” layık gördükleri acı pratiklerin ipini pazara çıkaracak cümlelere her zaman ihtiyacımız var. Oy uğruna tezgâhlanan trajedileri bedenimizle önleyemiyorsak sözlerimizi devreye sokarız. Ölümleri kavramsallaştırmak, neden-sonuç ilişkileriyle ortaya koymak ölenleri geri getirmez, ancak, başka hayatların sürmesinin koşullarına katkı sunabilir. Provokasyonlar zincirini siyasetin satranç tahtasında konumlandırabilmek, tekrar kurgulanmalarını engellemek konusunda önemli bir veridir. O veya bu nedenle atalete düştüğümüzde ise, oyunun ilk seansında ciddi açmazlarla burun buruna kalırız.

İşte, teori ve söz, muktedirler karşısında birlik olamamadan kaynaklanan ‘karamsarlık, çaresizlik vb’ hallerini alt etme güdüsünden kaynaklanıyor, biraz da. Kralı ve kralcıları yerlerinden edememek, onların çıplak olduklarını söylemeye engel değil. Karamsarlığı ve çaresizliği alt edebiliyorsak, umut etmeye devam edebiliriz. Pratik ya da teorik, bedenimizle ya da zihnimizle, muktedirlere vereceğimiz reflekslerin ne tür bir ‘kelebek etkisine’ neden olacağını ise asla bilemeyiz. An gelir, “devlet ve millet iradesinin” sağlayamadığı ülke bütünlüğünü ‘üç beş ağacın’ kökleri sağlar, Gezi’ de olduğu gibi.

İktidarların varlığını sürdürmesini sağlayan dinamikler, maddi alandan çok “metafizik” alana aittir. “Sıradan” bireylerin çoğu metafizik alanı sorgulayacak birikime sahip olmadıkları gibi, kendilerini sisteme dâhil etmenin yollarından biri olarak söz konusu alana ihtiyaç bile duyarlar, farkında değildirler. Yönetenler, yönetilenler üzerinde oluşturdukları baskıyı hafifletmek veya hissettirmemek için, siyasette, kültürde, hatta ekonomide, müphem kavramlardan, kullanışlı moral değerlerinden faydalanırlar. ‘Kullanışlı’ diyorum, zira aşkın(üst) toplumsal irade ve kültür yoluyla nesilden nesile aktarıldıkları için “sıradan” bireyde karşılığı olan kavramlardır bunlar.

Bir ülkenin resmi vatandaşı statüsünü elde etmiş biri, o ülkenin tarihsel ve güncel iktidar ilişkilerinden muaf tutulamaz. Diyeceğim, sosyalistinden kapitalistine, şeriatçısından anarşistine, trans bireyinden en maço “erkeğine” kadar aynı çöplüğün içinde doğduk, aynı çöplüğün içinde debeleniyoruz. İşin kötüsü, çöplüğün kokusuna ve mikroplarına o denli alışmışız ki, kimi zaman rahatsızlık bile duymuyoruz. Hal böyleyken, iktidarı tehdit ettiğini iddia eden bir muhalifin aslında tam bir muhalif olmadığını bile öne sürebiliriz.

Vitesi bir kademe artıralım: ‘Hemen devrim, şimdi devrim!’ sloganının tek göstereni, ‘kapitalizm gitsin sosyalizm gelsin!’ değildir. Devrim’ in tek bir göstereni vardır: Türlü iktidar ilişkileri tarafından peydahlanmış bir sürü zihniyetinin (sağ/sol fark etmez) çözülmesi ve gücünü yaşamdan, paylaşımdan, özgürlükten ve özgür yaratımdan alan bir kurucu iradeye dönüşmesidir. Geleceğe endekslenecek bir ütopya değildir Devrim; yaşamakta olduğumuz zamanda saklı bir eylem, bir yaşam biçimidir; bulup açığa çıkarmak gerekir. Aydınlanmacı, modernist, laik, seküler, sosyal demokrat, hatta solcu olduğunu iddia eden kimilerinin, muktedirlerin müphem kavramlarının ve moral değerlerinin yeniden üretimine katkı sunmalarının nedeni, bildik iktidar ilişkilerinden kopmayı tercih etmemeleri, atomik düzeyde bir toplumsal dönüşümü –aslında- istememeleridir.

Oturduğum ilçede CHP belediyesi var. Ana arterlerdeki bilboardları terörü lanetleyen, barışa ve kardeşliğe vurgu yapan, şehitleri kutsayan reklam afişleriyle doldurdular. Hangi taraftan gelirse gelsin, kurşunları ve ölümü lanetlemek, barıştan ve kardeşlikten yana tavır koymak ‘insanım’ diyen herkesin boynunun borcudur. Yağlı kurşunlarla gövdesi parçalanmış bir askere “şehit” payesi vererek bunu afişe etmek, can almanın yanlışlığını can vermenin doğruluğuyla kamufle etmek demektir ki, son tahlilde ölümü kutsamak anlamına gelir. Benzer şekilde, hangi ideoloji uğruna olursa olsun, çatışmada hayatını kaybetmiş bir gerilla için “devrim şehidi” yakıştırması aynı kamuflajı sürdürmek demektir. Yaşlı bir anayla babaya oğullarının öldüğünü canlı yayın prodüksiyonuyla veren Hassa Kaymakamı’ na gelince; ne desek boş, çünkü karşımızda insan yok; biat ettiği iktidarın şovunu kendi çapında sürdürmeye çalışan bir organizma var.

Kendine sosyal demokrat, laik, seküler vs diyen kimileri, Doğu’ da çatışmaların yeniden başlamasını iktidarın oy stratejisiyle ilişkilendirerek doğru iş yapıyorlar, ancak yetmiyor. “Şehit” kavramını sorgulamaları, onun da özündeki iktidar triğini fark etmeleri gerekiyor. Zira somut bir trajedi olan ölümü lanetlemek, anlamı kendinden menkul “şehitliği” kutsamaktan çok daha kapsayıcı, çok daha yapıcıdır. En mühimi, ölümlerin asıl faillerinin tarih önünde ve kişi vicdanında belirgin hale gelmesini sağlar.

‘İktidar kültü’, güç dengelerince belirlenen tarihsel bir “gerçekliktir”. Bununla birlikte her iktidar, kendisini tehdit etme potansiyeli taşıyan muhaliflerini de yaratır. Siyasetin serencamı veya diyalektiği denilen bu çatışmalı ilişkide yönetilenler yönetenlerden daha güçlüdürler, çünkü sayıları çok daha fazladır. Dünya ölçeğinde, %1’ in %99’ dan daha zengin, %15’ in toplam gelirinin %85’ in toplam gelirine eşit olduğu gerçeği, yönetilen çoğunluğun boyutu hakkında bize fikir verecektir. Kansu Yıldırım’ ın belirttiği ve üstü iktidar tarafından örtülmeye çalışılan sınıfsal çelişkiler de malumunuz bu dengesizlikten doğmaktadır. Kaldı ki, bütün iktidarların varlık nedeni sınıfsal çelişkilerin sürmesini sağlamaktır. Bu amaçla, mülk edinme hakkını, serbest girişim özgürlüğünü, milliyetçiliği, dini, doğal ve mutlak birer değermiş gibi lanse edip dururlar; kriz anlarında bunları güvenlik unsuru olarak devreye sokarlar. Misal, Kuran-ı Kerim’ de “Allah yolunda ölen kişi” olarak tanımlanan “şehit” kavramının kapsamı devlet/iktidar tarafından genişletilmiş, görevi başında öldürülen memurlarla kazada ölen işçilere de “şehit” denilmesi uygun görülmüştür. Bana kalırsa düşünmeye ve sorgulamaya başlamak için epey ideal bir nokta.