Okuduğum kitaplardan birinde, bir deli galiba, birkaç akıllıyı matematikten sınava tutuyordu: “Senden 50 TL borç aldım, senden de 50 TL borç aldım. Ne yaptı? 100 TL. Bunun 90 TL’sine gidip yemek yedim. Ne kaldı? 10 TL. O 10 TL’nin 2 TL’sini birinize, 2 TL’sini diğerinize geri verdim. Ne kaldı? Cebimde 6 TL, ikinize de 48’er TL borç. 48 + 48 eder 96. Cebimde de var 6, etti 102. Nereden çıktı bu 2?”

Epey kafa patlattım o 2’nin nereden çıktığını bulabilmekiçin, aynı soruyu epeyce insana da sordum.

Siz de düşüne durun, ama ben şimdi o soruya değil, geçen gün Çavuşoğlu’nun Ürdünlü meslektaşı ile yaptığı basın toplantısında söylediği bir cümleye takmış durumdayım: “Burası (İdlib) da gitseydi muhalefet diye bir şey kalmazdı.”

Suriye politikasında “zafer” diye şimdi kala kala Soçi’de Rusya ile varılan mutabakat kaldı. Esad’ı devirip Şam’da namaz kılmaktan, “İdlib de gitse muhalefet diye bir şey kalmazdı” noktasına gelindi.

İdlib mutabakatı Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden de Avrupa’ya dönük yeni bir mülteci akınını durdurmuş olabilir ve bu hiç azımsanacak bir şey değil.

Yapılan açıklamalardan anlıyoruz ki mutabakatın esası Rusya ve Türkiye’nin İdlib’de ağır silah kalmamasını sağlamasına, “terörist grupların” bölgeden çıkarılmasına, “ılımlı muhalefet” ve sivillerin bölgede kalmasına dayanıyor.

Siviller orada kalırsa, kitlesel göç de engellenmiş olacak.

Ancak, “terörist gruplar”ın kimler olduğu konusu Türkiye ile Rusya ve bölgedeki tüm diğer aktörler açısından epey tartışmalı. Türkiye’nin terörist demediğine Rusya ve Suriye terörist dediğinde – ki diyorlar – hiçbir şey şimdi görüldüğü gibi tozpembe olmayacak. Türkiye’den beklenen cihatçı grupları kontrol etmesi, silahsızlandırması. Şam da bölge teröristlerden temizlendiğinde devlet kurumlarıyla oraya geleceğini söylüyor!

Türkiye, Suriye konusunda kendisine Esad’ı devirme hedefli bir çerçeve çizdi ve karşı karşıya kaldığı problemleri o çerçeveden çık(a)madan çözmeye çalışıyor.

Dış politikada çizilen çerçevede sıkışılan nokta Suriye ise, içeride çizilen çerçeve ve izlenen yolun yarattığı temel sorun ekonomik kriz.

Bol keseden alınan borçların ve Cumhuriyet’in bütün birikimlerinin mirasyedi gibi satılması sonucu elde edilen gelirlerin üretime değil tüketime, yola, çimentoya, inşaata yatırılması sonucu deniz bitti. TL iyice değersizleşti.

Bunların dış güçlerin yeni büyük Türkiye’yi çekememesine bağlamayı yiyen yiyor ama gittikçe daha fazla insan da yediği ekmekten oluyor. Son birkaç haftada memleketin en köklü firmaları konkordato ilan etti. Böyle binlerce firma var.

Güya enflasyon yüzde 18, oysa bir yıl içinde fiyatı yüzde 130 artan ürünler var!

Rekor turist, rekor gelir denilen turizmde, 2012’den 2017’ye kadar bankaların turizmde kullandırdığı krediler içinde geri dönüşü sorunlu miktar ortalama yüzde 2,4 civarındayken 2018’de yüzde 4,4’e çıkmış.

İktidarın sergilediği bu tablo karşısında muhalefet, başta CHP olmak üzere, perişan ve kim lider olsun kavgasıyla kendi kendini yiyor. Yıkıcı yaşam koşulları ile mücadele eden vatandaşlar güvenecekleri siyasi aktörler arıyorlar. Güven öyle bir anda kazanılan değil, adım adım inşa edilen bir şey ve fakat muhalefet, güven inşa etmeye dönük adımlar atmadan, bir yerde bir mucizeyle güven kazanacağını sanıyor.

Murathan Mungan, Şairin Romanı’nın bir yerinde, “Yola rehber olmadan önce yolun rehberliğine açık olmak gerek” diyordu. Oysa, iktidar da muhalefet de bugüne kadar yürüdükleri yoldan öğrenmeyi reddederek, kendi çizdikleri çerçevenin içinde kalarak sorunları çözmeye çalışıyorlar.

Benim kafamı patlatarak bir türlü çözemediğim problemi bir esnaf arkadaş şıp diye çözdü. “Ne var bunda” dedi. “100 TL aldın. 90 TL’yi yemeğe verdin. 2 + 2 = 4 TL de borç aldığın kişilere verdin, 94. Cebinde de var 6, etti 100. Fazla çıkan 2 falan yok.” Cevabı, soruyu soranın çizdiği çerçeve içinde aramayınca, kolayca buldu.

Problemi yaratanlar çözümü de kendi sundukları çerçeve içinde bulmanızı istediğinde işin içinden çıkamazsınız. O çerçeveyi reddettiğinizde çözüm çok kolay olabiliyor!