Emma Goldman’ın bir sözüne rastladım, başka şeyler ararken… “Eğer oy kullanma bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasa dışı olurdu.” Şiddet söylemli, ayrıştırıcı, tehditlerle dolu, despotik bir düzende seçimler yapıldı. Hiç de demokratik olmayan bu düzeni iktidar yaratmıştı ve halk sanki Emma Goldman’ın bu sözünü biliyordu da inadına demokrasiyi yeniden inşa etmek istercesine sandığa gitti. Faşizme dur […]

“if i can’t dance it’s not my revolution.”

Emma Goldman’ın bir sözüne rastladım, başka şeyler ararken…

“Eğer oy kullanma bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasa dışı olurdu.”

Şiddet söylemli, ayrıştırıcı, tehditlerle dolu, despotik bir düzende seçimler yapıldı. Hiç de demokratik olmayan bu düzeni iktidar yaratmıştı ve halk sanki Emma Goldman’ın bu sözünü biliyordu da inadına demokrasiyi yeniden inşa etmek istercesine sandığa gitti.

Faşizme dur demenin yasal zemini buydu!

Oy kullanmamıza izin verenler de iktidar olanlardı, bunun yasalarını koyan da izni geri alan da iktidarlar…

Sonra Goldman’ın bir sözü daha dikkatimi çekti: “Her toplum hak ettiği suçlulara sahiptir.”

En kötüsü ‘bir suç örgütü olarak iktidar’ galiba…

Emma Goldman: Kimdir bu kadın? Öğrenmenin birkaç yolu; Kitaplarını alıp okumak ya da en kestirme yol interneti taramak ya da ‘Emma Goldman: Fevkalade Tehlikeli Bir Kadın’ belgeselini bulup izlemek.

Özgeçmiş yazmak değil niyetim. Onun yerine Eduardo Galeano’nun ‘Ve Günler Yürümeye Başladı’ adlı kitabının ‘Bir başka sürgün’ başlıklı kısa yazısını tercih edeceğim;

“1919 yılının sonlarında, iki yüz elli istenmeyen yabancı, Birleşik Devletlere bir daha geri dönmemek üzere New York Limanı’ndan gönderildiler.

Onların arasında, ‘aşırı tehlikeli yabancı’ olarak nitelenerek sürgüne gönderilen Emma Goldman da vardı. Emma mecburi askerlik hizmetine karşı çıkmaktan, doğum kontrol yöntemlerini yaymaktan, grev örgütlemekten ve ulusal güvenliğe karşı diğer saldırılarından ötürü birçok kez tutuklanmıştı. (…)”

En bilinen sözü: “Dans edemediğim devrim, devrim değildir” ya da “if i can’t dance it’s not my revolution” (dans edemiyor isem bu benim devrimim değildir.)

2005 yılı ABD-Almanya ortak yapımı ‘V For Vendetta’ filmi bu sözle Goldman’a selam çakar. Yapımcılığını Wachowski kardeşler üstlenmiş, Alan Moore’nin yazıp David Lloyd’un çizdiği aynı isimli çizgi romandan sinemaya uyarlanmış. Yönetmen, James McTeigue. Filmin başrollerini Hugo Weaving ve Natalie Portman paylaşmışlar. Filmde, diktatöryal rejime karşı başlayan bireysel bir başkaldırının nasıl toplumsal hale geldiği gösterilir.

‘Bir suç örgütü olarak iktidar’ demiştim… Oradan devam edeyim… Emma Goldman’ın sözüyle…

“Partinin suçları, bir körün görebileceği kadar ortadayken dalkavuklarını bir araya toplamak zorundadır; bu sayede üstünlüğü temin edilmiş olur. Ne var ki bu üstünlüğün kurbanları zafere karşı olmak yerine, onun safında durmaya karar vermişlerdir. Özgünlükten ve kendi ahlakını oluşturmaktan yoksun olan bu çoğunluk, kendi kaderini her zaman başkalarının ellerine bırakmıştır. Sorumluluk alma yetisinden uzak bir şekilde, yıkıp yok etmeye doğru bile olsa liderlerini takip etmiştir. Dr Stockman haklıydı: “Aramızda gerçeğin ve adaletin en büyük düşmanları, bir kütle halindeki çoğunluklardır. Kahrolası kütle halindeki çoğunluklar.”

Burada adı geçen Dr. Stockman sanırım, Henrik İbsen’in ‘Bir Halk Düşmanı’ adlı oyununun karakteri. Anımsadığım kadarıyla anlatayım; oyun, geçimini bölgedeki kaplıcadan sağlayan bir kasabada geçer. Doktor kaplıcanın suyunda mikrop olduğunu söyler ama halk bunun gizlenmesini ister. Çünkü turistler kasabaya gelmeyeceklerdir. Kaplıcanın suyunda mikrop olduğunun saklanmasını isteyenler arasında doktorun kardeşi de vardır. O da kasabanın belediye başkanıdır…

Bu da kasabanın iktidarı; bir suç örgütü…