Büyük travmaların ardında zihnimizde bir fotoğraf karesi kalır; süreci ya da failleri değil mağdurları, yıkımı, hüznü ve acının büyüklüğünü anlatır o tablo. Hatırlamak, benzeri bir travmanın yaşanmaması için ön şarttır.

Kanıksamadığımız, hesap sormaktan vazgeçmediğimiz kadar hayattayız demektir. Son bir buçuk yılda üst üste öylesine katliamlar yaşadık ki toplumsal belleğimizde, acımızı hatırlatacak karelere yer bile yok! Şok üzerine şok yaşayan toplumun farklı katmanları idrak ve isyan duygularından uzaklaştırılarak anlık tepkilere ve manipülatif patlamalara hapsedilmek isteniyor. Tabutların resmi geçidine bakarak bugünümüzü ve geleceğimizi heba etmeyi göze alanlar karşısında suskun kalmayacağız.

Düşülmemesi gereken ilk hata ölümleri birbirinin karşısına koymaktır. Suruç'ta çantalarında hediyeleri, Kobane'deki çocuklar için yola çıkacakken paramparça olan gençler ile Kızılay'da otobüs durağında katledilenler ya da 10 Ekim'de Ankara Garı önünde yaşamını yitirenlerle Vezneciler'de, Beşiktaş'ta, Kayseri'de öldürülenler arasında insani açıdan hiçbir fark yoktur. Biri diğerinin "ama'sı", bahanesi, gerekçesi, açıklaması olamaz. Ne Beşiktaş ne de Kayseri rastgele seçilmiş hedeflerdir. Faşizm tehdidi altındayken, halkların beraber yaşama ve mücadele etme imkânını azaltan her saldırı halk düşmanıdır.

Resmi makamların katledilenleri "milli" ve "gayri milli" olarak tasnif etmesi, devlet aklının ezberidir. Saray-AKP cephesinin "milli seferberlik" söylemi, mevcut ezberin bir yönetim pratiği olarak tescillendiğinin göstergesidir. İktidarın yurttaşlarla kurduğu ilişkiyi sürekli savaş konsepti ile çerçevelemesi, demokrasi ve özgürlüklerin "lüks" olduğu iddiasını beraberinde getirir. Sürekli savaş referansı barışın toplumsal potansiyelini erittiği kadar linççi güruhları teşvik ederek çatışmayı gündelik hayata taşıma riskini arttırır. "İntikam alma" kalıbını uluorta kullanmak, durumdan vazife çıkaranları cesaretlendirip kışkırtmaktan başka işe yaramaz. Öğrencilere idam ipi dağıtan öğretmenden Alevileri tehdit eden "akademisyene" ve parti binası duvarına "geldik yoktunuz" yazanlara kapılar sonuna kadar açılır. Kayseri'deki terör saldırısı sonrasında HDP binaları başta olmak üzere muhalif odaklara yapılan saldırılar bu tehdidinin açık ve kitlesel bir örneğidir.

Son bir buçuk yılda yaşadığımız katliamlar için hesap sorma adresi iktidar makamıdır. Bir yurttaş siyasi ve hukuki olarak bağlı olduğu yerden hesap sorabilir ancak. Dolayısıyla muhatabı illegal örgütler değil meşru siyasi aktörlerdir. Kınama, lanetleme siyasi bir eylem biçimi, politik faaliyeti önceleyen bir şart olarak değerlendirilemez, dayatılamaz. Ancak ve ancak vicdani ve insani bir pozisyon alıştır. Yetkili makamda oturanlar kınayarak, telin ederek ya da başka aktörleri buna davet ederek siyasi sorumluluğundan kurtulamazlar.

Saray-AKP cephesi katliamlar ve ölümler karşısında siyaseten hesap vermemiştir. İcracı konumda olanlar istifa mekanizmasına dahi başvurmamıştır. İktidar siyaseten firaridir. Ötesinde kendi sorumluluklarına işaret edenleri ihanet ile suçlayarak acziyetlerini bir kez daha göstermişlerdir. "Yenikapı ruhu", "Çankaya ruhu" diyerek toplumun önüne sunulan tablo gerçek sorumluları "milli birlik ve beraberlik" adına dokunulmazlık zırhı ile kuşattığı için toplumun menfaatine aykırıdır. İktidarın dilini tekrar etmek, onun verdiği rolü oynamak ölümleri sıradanlaştıran kısır döngüye hapsolmaktır.

"Analar ağlamasın" diye yola çıkıp "şehitliğe çağrı" noktasına gelinmesi siyasi iflasın alameti farikasıdır. Bu gerçeğin gölgelenmesine yardımcı olan her duruş iflasa ortak olmaktır. Siyasetin asli görevi yaşatmaktır, ölümü kutsamak ya da ona çağırmak değil! Bugün yaşam, özgürlük ve demokrasi adına hiçbir vaadi olmayan bir iktidar cephesiyle yüz yüzeyiz. Başkanlığın bunu değiştireceğine inanmamızı bekleyenler herhalde hepimiz kör, alemi sersem sanmaktadır.

7 Haziran sonrasında "millet kaosu seçti" diyerek seçmene sopa gösterenler yaşanan ölümlerden sorumludur. Suriye'de Osmanlı düşleri görenler, sınırlarımızı kevgire çevirenler, kapalı kapılar ardında pazarlık yapanlar, meşru siyaseti askıya alanlar katliamlardan sorumludur. Faillerin terör örgütleri olması bu gerçeği değiştirmez. Toplumsal muhalefet baskılara rağmen iktidardan hesap sormaktan vazgeçmemelidir. Tüm halk düşmanlarını ifşa etmekten ve milliyetçi-sovenist olmayan bir toplumsal tepkiyi örgütlemekten kaçınmamalıdır. İstikrar başkanlıkta değil yaşamın güvence altına alınmasındadır. Güvenlik OHAL'de değil birlikte yaşama ümidini parlamentodaki mevcut aktörlerin ötesinde sokakta, okulda, parkta, işyerinde haykırmak iradesindedir. Bundan kaçınanlar tarih önünde sanık sandalyesine oturmaya mahkumdur.