Hani bir kıyaslamak yapmak gerekir ya bazen; bir şeyin iyi ya da kötü olduğuna dair, burada böyle bir şey söz konusu değil… ne kadar kötü yönetildiklerinin üzerinden bir değerlendire yapmak gerekiyor.

Tabii ne kadar kötüyü bulmak üzere değerlendirmelerde bulunmak için de matematik kullanmak kaçınılmazdır. İşte bizim sıkıntımız da bu noktada başlıyor… Sayısal değerler üzerinden gidip sonuca ulaşmak bize çok analitik geldiği için ne hikmetse bu alanda kalmayı Sevgili Tamer Mert ve Tuğrul Akşar hariç neredeyse hiç kimse istemiyor.

Örgütlü kötülük üzerine önce sosyal olgu olarak bir değerlendire yapıp, sonra matematik ile yani sayılar üzerinden Sevgili Tuğrul Akşar’ın katkılarıyla kulüplerin nasıl iflas ettiklerini açıklamaya çalışalım.

Tüm spor kulüpleri birer sivil toplum örgütleridir. Genel kurulları tarafından periyodik aralıklarla seçim yapılır ve bu kurulda oy kullanma hakkı olan üyeler başkanı ve dolayısıyla yönetim kurulunu beraber seçerler.

Dört büyük takım ligin motor gücüne sahip olduğu için, tüm spor kamuoyu dikkatlerini bu dört kulüp üzerinde yoğunlaştırarak değerlendirmede bulunması, sahip oldukları etki gücünden dolayı gayet normaldir.

Fakat, üç büyüklerin tarihsel derinliği ve spor tarihindeki-özellikle futbol tarihinde belirleyici role sahip olmaları, kamuoyunun sadece dikkatini çekmez aynı zamanda kamuoyu tarafından da denetlenir. Her üç kulübün sahip olduğu taraftar kitlesi bunu mecbur kılar.

Tabii ki süreci Ali Koç, Mustafa Cengiz ve Ahmet Nur Çebi üzerinden değerlendirmek en doğru yol olur ki güncel olmasında herkes için yarar var.

Küresel rekabeti reddedip yöresel kalan üç başkanı analiz etmek bu açıdan önemli.

Ali Koç’un seçilmesi ile beraber, benim gibi herkesin futbol içerisinde birtakım değişikliklerin olacağı ve bunu tüm takımları, hatta futbol yönetimine dair her kurumu etkileyeceği üzerine büyük bir beklenti vardı.

Cocu transferi le başlayan süreç ve “siz beni anlayamamışsınız” diyerek futbola nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu deklere etmesinden 3-4 ay sonra, Ersun Yanal’ı göreve getirmesi hiçbir şeyin değişmediğinin resmiydi.

Uluslararası sermaye kuruluşunun sahip aile içinde olan ve aile burjuvazisine sahip olan Ali Koç, futbolu ve futbolun farkı bir iktisat kurgusuna sahip olduğunu anlayamamasından dolayı, çaresizlik içinde eskiye dönerek, süreç içerisinde kalma mecburiyeti karşısında ancak başarılı olma yolunu seçince, daha da işin içinden çıkamaz bir duruma geldi.

Hele hele hala futbolcu kimliğine sahip, geçmişindeki ilişkileri ile bu kimlik etrafında yetişen ve mesleki anlamda hiçbir eğitim sürecine sahip olmayan Emre Belözoğlu’nu başa getirerek, süreci farklı beklentilerin içine sokarak tam bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Artık sürecin nereye varacağını kestirmek hem çok kolay hem çok zor.

BEŞİKTAŞ’IN SORUNU GENEL KURULU…

Fikret Orman ile 6,5 yıl aynı yönetimde çalışmasına ve alınan her kararda imzası olup hiçbir itirazı olmamasına rağmen, Ahmet Nur Çebi kendini muhalif ve yeni bir kişi olarak lanse etmesi ile ortaya başkan adayı olarak çıktı ve seçimi kazandı!

Tabii Beşiktaş’ın en büyük sorunu genel kuruludur. 3-4 bin oy ile çok rahat başkan seçilme olanağına sahip genel kurulda, hele bir de 10-15 kişiden oluşan gruplar ile yapılan anlamsız pazarlıklar sonucu ortaya Beşiktaş için doğru olmayan süreçler çıkmaktadır. Olması gereken ile pazarlanan süreç aynı şey değildi ve olmadı.

Son 20 senedir Beşiktaş bunun olumsuzluklarını yaşayarak büyük bir buhrana girdi. Buradan nasıl çıkacağı da belli değil.

Sportif anlamda Beşiktaş için en büyük şans Sergen Yalçın’ın futbol takımının başına geçmesidir. Şu an kulüp içinde tarihsel derinliği bilen ve neyi nasıl yapmasını bilen tek kişi Sergen Yalçın’dır. Şu ana kadar ortaya koymuş olduğu başarılı performansın temeli budur. Yönetimin arkasında durmamasına rağmen (!) tek başına sorumluluk alarak ki bazen onun da hata yapma lüksü olmasıyla beraber, bu eksik kadro derinliği ile süreci iyi yöneterek takımı bu seviye de tutmayı başardı.

Getirilen iletişim sorumlusuyla aynı zaman diliminde, ne hikmetse bazı gazetelerde Beşiktaşlı olmayan yazarların Sergen Yalçın’a saldırmaları ve iletişimci (!) ile yönetimin buna sessiz kalması Beşiktaş tarihi içinde olmayan durumlardı. Ama, unutulmaması gereken Yalçın’ın arkasında büyük bir seyirci desteğinin olmasıdır.

MUSTAFA CENGİZ İÇİN TÜM BAŞKANLARDA OLDUĞU GİBİ ÖNCELİK SORUN FATİH TERİM’DİR.

Fatih Terim çalıştığı tüm başkanlar ile sorun yaşayarak ve ortaya çıkan kaostan bir dizayn çıkartarak kendi gücünü konsolide etmiş kişidir. Hiçbir şekilde Galatasaray’da kendi üstünde bir anlayışın olmasına izin vermeyerek, kendi koşullarının yönetim tarafından da kabul edilip-ki Abdürrahim Albayrak bu konuda en büyük yardımcısı-sürecin öyle yönetilmesi üzerine bir ortam yaratır. Faruk Süren’in tarihsel anlamda bilgili Galatasaraylı olması ve kulüp için olması gerekeni yapmak için bu kaosa dayanıp (!) bu ortamdan yaralanması ve başarıya odaklanması, aslında Galatasaray için ve Fatih Terim için büyük şanstı. Ama Terim maalesef bunu anlayamadı.

Bu oyunu bozan başkan ise Ünal Aysal olmuştu.

Mustafa Cengiz, süreç içerisinde Terim için çalışma koşullarını çok iyi hazırlayıp, kadro genişliği ve çalışma koşullarına sağladığı destek dışında hiçbir şekilde sürece müdahil olmayarak iyi bir davranış göstermesine rağmen, Terim bu süreci iyi yönetemeyerek sıkıntıya sebep oldu.

Çünkü, Terim artık yeni koşullarda oluşan değişimlere ve futboldaki gelişmelere ayak uyduracak donanımlara sahip olmadığından, sahada oluşan sıkıntılara ve krizlere olması gereken çözümleri bulamamaktadır. Eskisi gibi kendi koşullarının da artık geçerliliği kalmadığından da büyük bir tıkanıklık yaşamaktadır. Artık buradan bir hikâyenin çıkması da mümkün değil.

Üç büyük kulüp başkanlarını değerlendikten sonra, sosyal olgular üzerinden geldiğimiz nokta sayılardan çok çekinsek bile bizi matematiğin sembollerine çıkartıyor.

Halbuki Matematik, kuşku götürmez, yanlışsız ve anlaşılırlık bakımlarından en üst düzeyde düşünsel ürünlerden oluşan bir bilgi alanı, bir soyutlama, bir disiplin ve bir düşünce biçimidir; mantıksal, biçimsel ve simgesel bir sistemdir; akıl yürütmeye dayalı bir imgeler ve kurallar oyunudur; zengin ve dakik bir söz dizimin sahip olan evrensel bir dildir. Yani gerçektir.

Aşağıdaki matematik sembollerini kullanan Tuğrul Akşar kulüplerin nasıl iflas ettiğini açıklıyor. Sayıları ve matematiği sevsek de sevmesek de gerçekler bunlar.

Dört kulübün 01/06/2020/-28/02/2021 dönemine ilişkin özet verileri aşağıdaki gibidir.

♦ Konsolide gelirleri toplamı 1.614 Milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

♦ Yıllık zararları toplamı 843 Milyon TL olarak gerçekleşirken, geçmiş yıllardan gelen birikimli zararları toplamıysa 5.031 Milyon TL’na ulaşmıştır.

♦ Toplam borçları 11.285 Milyon TL olan kulüplerin, bu dönem itibariyle banka kredileri 7.270 Milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

♦ Kullanılan krediler karşılığı kulüpler dokuz aylık dönem itibariyle toplam 937 Milyon TL finansman gideri yapmışlardır.

♦ Artan zararlar sonucu öz kaynakları ise 3.637 Milyon TL negatife dönmüştür.

♦ Ödenmiş sermayeleri toplamı ise 1.380 Milyon TL’dır.

♦ Ortalama geliri 403 Milyon TL olarak gerçekleşirken, kulüp başına düşen ortalama birikimli zarar tutarı -1.258 Milyon TL’na ulaşmıştır.

♦ Kulüp başına ortalama borç tutarı 2.821 Milyon TL’na yükselirken, banka kredileri ortalaması ise kulüp başına 1.818 Milyon TL olmuştur.

♦ Kulüp başına ortalama 234 TL finansman gideri yapan kulüpler, buna göre ortalama 100 TL’lık gelirlerinin 58 TL’lık kısmını finansmana harcamışlardır.

♦ Kulüp başına ortalama 345 Milyon TL ödenmiş sermayeleri olan kulüplerin ortalama öz kaynak açıkları ise -909 Milyon TL olmuştur.

BEŞİKTAŞ MALİ BAŞARISIZLIKTA AÇIK ARA LİDER

♦ Toplam geliri ile kıyaslandığında, en yüksek borca sahip kulüp olarak karşımıza %1031’lik oranla Beşiktaş çıkıyor. Beşiktaş’ın toplam borçları gelirlerinin 10,31 katına ulaşmış durumda. Doğal olarak bankalara en fazla faiz ödeyen kulüp de Beşiktaş oluyor. Beşiktaş kazandığı her 100 TL’nın neredeyse 82 TL’sını bankalara faiz gideri olarak ödüyor. En az finansman maliyeti olan kulüp ise Trabzonspor.

♦ Yıllar itibariyle en yüksek birikimli zarara sahip kulüp Beşiktaş olarak görünüyor. Beşiktaş’ın birikimli zararları toplamının konsolide gelirlerine oranı ise %427. Yani, Kara Kartal’ın birikimli zararları toplamı gelirlerinin tam 4,27 katına ulaşıyor. Siyah Beyazlıları birikmiş zararda Sarı Kırmızılılar izliyor. Galatasaray’ın birikimli zararları toplamı 1.508 Milyon TL’na ulaşmış durumda.

♦ Bu rekor zarar Beşiktaş’ı öz kaynak açığında da liderliğe taşıyor. Gelirleriyle kıyaslandığında %436’lık bir orana sahip Beşiktaş, öz kaynak açığını hiç harcama yapmadan, mevcut gelirleriyle ancak 4,36 senede sıfırlayabiliyor.

Ve Sevgili Akşar sonucu şöyle bağlıyor: Kulüpler teknik olarak iflastalar.

“Bildiğiniz üzere, Türk Ticaret Kanunu 376. maddesi uyarınca “şirket esas sermayesinin üçte ikisi karşılıksız kaldığı takdirde, genel kurul kararı ile; sermayenin tamamlanmasına veya kalan sermaye ile yetinilmesine karar verilmediği takdirde, şirket feshedilmiş sayılır.” Ayrıca yine aynı madde uyarınca, “öz sermayesi negatife dönen şirketler için, alacaklıların mahkemelerden şirketin iflasını talep etme hakkı” bulunmaktadır.”

Şimdi ortaya çıkan yönetsel ve matematiksel veriler ışığında; ortaya çıkan net sonuç kulüpler zararlarını telafi edebilecek finansal güce ve yeterliğe sahip değiller.

Son derece esnaf mantığı ile yönetilen kulüplerin algı manipülasyonu ile günü kurtarma davranışları yüzünden bu zararlarını telafi etmeye yönelik bir eylem planları yok ve kaygıları da yok.

Şampiyonlar Ligi’ndeki pastadan katma değer yaratarak kaynak aktarmak ve sıfır maliyetle yetiştirilen oyuncuları bu lig vasıtasıyla Avrupa kamuoyuna sunmak önemli gelir kalemleri oluşturmasına rağmen, mali yetersizlikler nedeniyle bu kulüpler özellikle Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nde rekabet güçlerini yitirmiş olmaları ki buradaki gelirlerden mahrum kalmak rekabet gücünü tamamen yok etmiştir.

Yöresel rekabet üstünlüklerini, yani ülkede şampiyon olmaları için daha çok kamu özellikle Ziraat Bankası ile yapılan anlaşma çerçevesinde bu fonları kullanmak ve haliyle bunlardan yararlanmak için siyasetin desteğini daha da arkalarına almak istiyorlar. Bu hem haksız rekabete hem de kulüplerin dışa bağımlılığının artmasına ve dış müdahalelere açık pozisyonda yakalanmalarına neden olmaktadır.

Gelinen mali yapıdaki son noktada sevgili Akşar’ın sözlerine kulak verelim:

“Dört kulübün de öz kaynak açıkları, kulüp sermayesini eritmiş ve ödenmiş sermayelerinin üçte ikisini kaybettikleri için teknik iflas konumundalar. Önümüzdeki yıllarda yapılandırılan kredilerin geri ödemeleri de söz konusu olduğunda, mevcut finansal yük daha da ağırlaşacak ve kulüpleri temerrüde düşürebilecektir.”

Öyle büyük başkan, paralı başkan sloganları ile kulüpler yönetilemez. Sürekli duvara çarpıp helak olmak ancak arsızlık ile açıklanabilinir.